Mesnevî, asırlar boyu çavgın bir su gibi çağlayıp coşan, insanlık âlemini Hakk"ın birliğine ve gerçek aşka “Gel, yine gel, yine gel” çağrısıyla çağıran, duygu ve düşünceleri aydınlatan, insanı yenileyen, gerçek insan yapan, insanla sevgiyi maya maya yoğuran bir büyük yakarışın alın-yazısı, gönül-yazısı.
Türk-İslâm düşüncesinin XII. yüzyıldaki şahlanışının en taze, en güçlü, en ılımlı örneği... Dünü ve yarını her an “bugün” yapan, bütün zamanlara “bir an-içre” düğüm vuran, sınırsızlığı, sonrasızlığı, süresizliği tenden arılaştıran, canda belirli kılan, varlığı yokluk potasında bir ilâhî zaman-içre var-eden, öz-düşünceler yumağı, dokunaklı beyitler dizisi...
İmbikten geçirircesine bir seziş, bir duyuş ve değerlendiriş... Gittikçe büyüyen bir coşku. Aklın ötesinde doyumsuz bir aşk; yanış, yakılış... Birice oluş, bir oluş... Alev salkımı notalar, Gök-yüzlerini pergel pergel çevreleyen yusyuvarlar adımlar. Ve yalınca şiirden kurulu bir dünya. Sersebil bir akvaryum... İnancın mutlu sonucu, iyilik adına, güzellik adına, doğruluk adına, anlayış adına, bilgi adına salkım-saçak müjde çiçekleri...
İlk 18 beyiti yazılan ve sonrası, devamlı sona sonsuzluğa-değin, gönül diliyle söylenen bir güneş, bir nurdan arzuhal.
Gerçeği bilme-bulma yolu. Din kurallarının yediveren gülü. Sevginin dalbudak sarmaşığı. Kâinatın yaratıcısı Allah katında, gönül-erlerinin, ermişlerin duru durağı, Hak-erlerinin büyüyen, şavkıyan soluğu...
Lokma"dan yudum"a, balıktan ay"a, yokluktan erlik suyuna kadar, can"ı beden, beden"i can kılan bir değer ölçüsü, bir oluş yelpazesi ve tekmilce bir yaşama sevinci...
Gönüllere mut, hüznün giderilmesine bir umut olan Mesnevî, Kur"an-ı Kerim"i ayet ayet açıklar; okuyana, dinleyene, Hak dilince özden öze bir yenice duyurur.
Mesnevî, Hz. Mevlâna"nın söylediği gibi; az çoğa, bir yudum su göle, bir avuç tane büyük bir harmana örnek olarak sunulur.
Mesnevî, yalınca bir doğuş, seziş ve içtenlikle dile geliş ve söyleyiş sanatı. Zamana sığmayan, zamanı taşıran bir duyarlılık, bir sanat gücü. Bazen dilin, kelimelerin yetersiz kalışı, enerjinin dönüşümü; sözün renk oluşu, gözün kulak oluşu, kulağın renkle donanışı... “Harfi, sesi, sözü birbirine vurup parçalamak...” Gerçek, amma gerçek dostla bu üçü de olmaksızın konuşma arzusu, konuşabilme yeteneği. “Harften, sesten, sözden yalnız kalınca Mesnevî"nin derya oluşu...” Ve o zaman sözü söyleyen, sözü dinleyen ve o sözler... Her üçü de sonunda can olurlar.”
Mesnevî"nin erce kılavuzluğu, zamansızlığı şakıyan gerçekçiliği... Giysilerden sıyrılıp tekmilce mânâya yönelişi, mânâ oluşu... İşte Mevlâna"nın söze de bir kişilik vermesi...
Mevlâna"nın İslâmiyet"in geniş hoşgörüsü içinde bütün insanlık âlemine insanca seslenişi, Hak"ça bütünleşen, birleşen çağrısı:
“Yetmiş iki millet sırrını bizden dinler;
Biz nay gibiyiz. İki yüz mezhep ehli ile bir perdede konuşuruz.”
Bir dev mısra daha:
“Bir canım amma, yüz bin bedenim var.”
Ve kâinatın Hak katında süresiz bir dönüş-içre oluşunun gönülce, dilce bilinişi: Yedi asır önce madde-mânâ esprisiyle bilime imzasını atan Mevlâna"nın şiirine kulak verelim:
“Senin ışığınla, senin yüceliğinle boyum yüceliyor,
aşkınla "bir"ken yüz oluyorum.
Sen, sen oldukça çevrende dönüp duruyorum.
Ben sen olduktan sonra da kendi çevremde dönüyorum artık.”
Güzel sanatların üç boyutlu görünümünde Mevlâna niceye bir seziş, duyuş ve varoluş halini yakalayınca önce, “suretâ derviş olan, olgun erin ışk varlığının zekâtını nasıl tadar. Mesnevî mânâdır, feûlün fâilât değildir” der sonra son ve gerçek görüşünü açıklar: “Şiir ne oluyor ki ben ondan lâf edeyim. Benim bir başka fen ve hünerim vardır ki o, şâirlerin fenlerinden başkadır.”
İşte gezegenlerin ve dünyanın dönüşünü ve bunun sebebini mısra mısra dile getiren gönül şairi Mevlâna:
“Önce öz sevgi vardı, sınırsız aşk vardı, dost,
İlâhî bir müjde saklardı dağların ardı, dost.
Aşkın dalgasındandır dönüşü gezegenlerin,
Aşk olmasaydı eğer şu dünya donardı dost.”
Satrancın zekâ parıltıları içinde mısra mısra orijinal bir duyarlılıkla dile getirilişi yedi asır sonra günümüze şiirsel bir ince espri halinde yansıyor. Bu mısralar satranç oyununda Mevlâna"nın ustalığını, Konya"da bu oyunun bin iki yüz"lü yıllarda revaçta olduğunu dile getirmiyor mu?
“Beydak (piyade) seferle satrancın en üst hanesi olan ferz"in (vezir) hanesine gelir vezir olur.”
1984 yılında başlattığımız “Uluslararası Yemek Kongreleri”ni Mevlâna"nın Mesnevî"nin IV. cildindeki bir beytinin aşkı ve sınırsız özverisi ile başlattık. Kardeşim Nevin Halıcı"nın 1989 yılında Dorling Kindersley Ltd. tarafından Londra"da ve sonra Almanya"da yayınlanan “Türk mutfağı” adlı yemek kitabının başında Mevlâna"nın bu şah beyiti yer almaktadır:
“Gökyüzüyle yeryüzü Tanrının kudret ağacında yetişmiş bir elmadır.”
Aynı eserin sonunda kahve bölümünde Konya"da İstanbul caddesinde içilen bir sade kahve dile getirilmektedir.
“Yolunuz İstanbul caddesine
Düşmez mi bir zaman, ne dersiniz,
Pahalılıktan falan konuşur,
Bir acı kahvemizi içersiniz.”
Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, doğuştan hoşgörü sahibi, bir velidir. Yarım bardak suyu boş değil, dolu görmek daha güzeldir. Bir insanı fethetmek yerine onu varlığınca, keyfince keşfetmek daha önemlidir. Mevlâna"mız, efendimiz bir şah beyitle değerlendirme ölçüsünü vecîz bir şekilde açıklar:
“Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır.”
Kul günaha meyyâldir, günah işleyebilir. Cenâb-ı Hak tövbe eden kullarına affı müjdelemiştir.
“Ansızın girdi kapımdan o güzel
Oldu tekmilce yüzüm göz; gözüm el”
Picasso"nun resimde uyguladığı “Bir yeni görüşü” Mevlâna altı yüz yıl önce şiirle bir gerçek belge olarak nasıl da dile getiriyor.
Bu şiirler kendine has güzelliklerdir ki, Mevlâna"yı yirmi birinci yüz yıla taşıyor, insanlık âlemi onun “Gel, ne olursan yine gel” çağrısı için yurdumuza ve Konya"ya koşup geliyorlar.
Bu sebepledir ki, asırlar boyunca yurdumuzun en ünlü şairleri Mevlâna"ya karşı sevgilerini, hayranlıklarını dile getiriyorlar. Bunların arasında padişahlar var. Büyük gönül adamları, büyük devlet adamları var, çeşitli anlayış, görüş ve inanç sahibi insanlar var. Ünlü şairimiz Yahya Kemal Mevlâna"yı nice dile getiriyorsa, Mevlâna"ya seven, Mevlevîliğe bağlı, şair yaratılışlı 1910"lu yıllarda Konya valisi olan Mehmet Nazım Paşa"nın torunu Nazım Hikmet de gencecik yaşında dedesinin eğitiminde Yedinci Kitap dergisinde 1920 yılında Mevlâna"ya hayranlığını belirten şiirini yayınlıyor. Garip"çi şairler Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday da Mevlâna"nın şiir dünyasından nasiplerini miktarınca almışlardır. Yurdumuzun yaşayan en güçlü şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca “Mevlâna da Olmak-Gezi” adlı bir şiir kitabı yayınlamıştır.
18-19 yaşında iken Nazım Hikmet"in yazdığı ve son yayınlanan kitabında da yer alan şiirinin ilk dörtlüğü söyle:
“Sararken alnımı yokluğun tacı
Kalbe muhabbette buldum ilâcı
Ben de müridinim işte Mevlâna”
Mevlânâ Güldestesi, Feyzi Halıcı - Bahar Gökfiliz, trs., s. 3-5