Güzellik ve Mâneviyâttaki Kadın Unsuru
Hz. Muhammed’in bir hadisi şöyledir: “Allah güzeldir ve güzeli sever.”

“Güzellik ve Mâneviyâttaki Kadın Unsuru”

 

Prof. Dr. Carl W. Ernst

Kuzey Carolina Üniversitesi-Chapel Hill

 

Hz. Muhammed"in bir hadisi şöyledir: “Allah güzeldir ve güzeli sever.” Bir başka hadiste ise, “Dünyanızdan bana üç şey sevdirilmiştir: kadın, güzel koku ve gözümün nuru namaz.” buyurmuştur.  Mâneviyâttaki güzellik aşkının önemi nedir? Ve bu hassas konuya cinsiyet ne şekilde dahil olur? Rifâî mutasavvıf geleneğinden gelen ve seçkin bir modern Türk kadını olan Sâmiha Ayverdi"nin hatırası şerefine bir araya toplandığımız bu günde, bu soruların önemi daha da artmaktadır. İlâhi güzelliğin tefekkürünün estetik şoku ile mukayese edildiğinde, erkek veya dişi olmak önemini kaybetmektedir. Ancak, belirli bir sosyal ve tarihsel zamanın içinde yer alıyor olmamız, toplumun erkek ve kadın üzerine yüklediği rol ve beklentileri göz ardı etmemizi imkânsız hale getirir. Geçtiğimiz yüzyıl içinde küresel ekonomilerde meydana gelen değişimler, dünyanın her yerinde, kadının eğitim, kültür ve dine katılımının bu güne kadar görülmemiş bir şekilde ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu tecrübe ettiğimiz değişimlerden çıkarılması gereken büyük ders, kadınsı mâneviyâtın erkeksi mâneviyâttan farklı olduğu değildir; bunun yerine, anlayış kabiliyeti olan kadınların seslerini dinlemenin, haksız olarak kadını erkekten aşağı bir duruma koyan benlikçi ataerkilliğin kısıtlamalarından kurtulmamıza izin verebileceğidir.

Dünyadaki bütün büyük dinlerin geleneklerinde erkek egemen siyasî yapılanmaların olduğu sosyal teşkilâtlanmanın benzer şekillerde yaşandığı kabul edilmelidir. Kadınların önemli mânevî roller aldığı gerçeği halen yürürlüktedir ve bu durum resmî tarihlerde genellikle kabullenilmez. Âlimlerin yakın geçmişte kaydettikleri en büyük başarılardan birisi; esrarengiz biçimde her yerde dışlanmış kadınların sesini dünyanın bütün medenîleşmiş bölgelerinde ortaya çıkartmak gayretidir. Tarih bir zamanlar özellikle sadece kralların ve büyük adamların tarihi olarak dikkate alınırdı, fakat artık kadınların rol aldıkları kısımlar anlaşılmadan; geçmişi anlayışımızın eksik ve çarpıtılmış olacağı kabul edildi.

Din tarihinde, Hıristiyan mâneviyâtında kadın mistiklerin katkılarına hatırı sayılır derecede önem verilmektedir. Bu mühim konudan bahseden bir çok yayınlar da vardır. İslâm mâneviyâtına baktığımızda; yakın geçmişe dek özellikle az sayıda bulunan kadın eserleri sebebiyle durum daha karmaşıktır. Müslüman kadınların mânevî yaşantısına dair biraz bilgiye erişmek kabildir, ancak bu hususta biz daha ziyade erkeklerin yazdıklarına güvenmek durumundayız. Bir örnek olarak, Câmî"nin kitabı verilebilir. O, mutasavvıflar üzerine yazdığı biyografik eseri Nefahâtü"l-Üns"ü (Yakınlığın Meltemleri), “Allah"ı bilen erkeklerin seviyesine erişmiş Allah"ı bilen kadınların anısına” başlıklı kısa bir ekle tamamlar. Orada şöyle yazar:

Mekke Açılımları eserinin yazarı Muhyiddin ibn Arabî (Allah"ın rahmeti üzerine olsun), yetmiş üçüncü bölümde, Hak dostu erkeklerin nesillerinden bahsettikten sonra, “bu erkekler hakkında erkek olarak söylediklerimiz kadınları da kapsar, fakat erkeklere daha çok atıfta bulunulur, der. Birisi sordu: "Kaç tane “abdal” vardır?" Cevap verdi, "Kırk ruh vardır." "Niye kırk tane erkek demedin?" diye soruldu. Cevap verdi, "Çünkü onların aralarında kadınlar da var."”

Meşayihin Nesilleri eserinin yazarı, Şeyh Abdurrahman el-Sülemî, Allah"ı Bilen ve Kendini Ona Adayan Kadınların Mânevî Hallerinin Hatırası isimli özel bir kitap derledi ve bir çoklarının mânevî hallerinin açıklamasını ortaya çıkarttı. Şair el-Mütenebbi, “güneş” (şems) kelimesinin Arap gramerinde dişil kelime, ayın (kamer) ise erkil kelime olduğu durumunu ima eden bir dörtlük yazmıştır:

Kadınlar benim tanımladığım gibilerse,

Erkeklerden daha üstün olmalıdırlar.

Dişillik güneşte bir kusur olmadığı gibi,

Ay da erkilliğinden gurur duymamalıdır.

Sülemî"nin kaybolmuş olan risalesi yakın geçmişte bulundu ve Rukiye İlaruy Kornel (Rkia Elaroui Cornell) tarafından İngilizceye çevirildi.[1] Bu metin bizim biraz daha detaylı bir şekilde, Sufi hayat hikâyesinde cinsiyet meselesinin belirsizlik ve hassasiyetini görmemize izin verir (lütfen bu söz konusu dörtlükte el-Mütenebbi"nin kadınlara samimi olmayan bir iltifatta bulunduğunu kaydediniz, çünkü o sıradışı kadınları cidden, tuhaf bir fenomen görüntüsüyle sunmaktadır.) Bu belirsiz durum bu antolojide yer alan kadınlardan biri tarafından tuhaf bir kuvvetle ifade edilmiştir. Merv"li Ahmed"in kızı Ayşe: “Gizlilik kadınlar için keşiften daha uygundur, çünkü kadınlar kendilerini açığa vurmamalıdırlar.”

Mutasavvıfların keşf dedikleri (perdelerin kalkması, açılması) tecrübeye dair sorulan bir soru hakkında Ayşe"nin verdiği bu cevap şaşırtıcıdır. Bu cevap beklenmez, zira metnin içeriğinde kadınlar arasında benzeri mânevî tecrübenin bolca bulunduğuna ait deliller verilmiştir. Fakat bir bakıma, bu cevap bizim üzerinde durduğumuz konuyu anlamak için araştıranlara karşı koyuşun ana meselelerinden birini gösterir: Özel alana ait sınırı geçmeden İslâmî kültürün kadın boyutuna nasıl erişebiliriz? Bir anlamda, bu iktibas (alıntı), neden çok az sayıda kadının genelde biyografik eserlerde ve özelde de mutasavvıf biyografilerinde temsil edildiğini açıklar. Bir çok hallerde bu kadınların biyografileri (tamamı göz önünde tutulunca) kitabın “başlıca” konusu olan erkeklerin biyografilerine ek olarak içerilmiştir. Kadın düşmanlığı, mutasavvıfların eserlerinde kesinlikle bulunan bir davranıştır. Bununla beraber, bir başka anlamda, kadınların gizliliği ve hususiyeti düşüncesi hem mutasavvıfların yazılarında onlara ayrılmış kısa bahisler ve hem de söz konusu bu eserlerde kişisel ayrıntılarıyla biyografik bilgi eksiği bu hali açıklamaya yardım edebilir. Kadınlar Sufi biyografilerinde tasvir edildiklerinde, bunun tipik sunum örnekleri bulunur; ve bu durum, önceden tahmin edilebilir erkek-kadın dinamikleri ile gayet güzelce açıklanabilir. Kaç defalar etkisi güçlü bir kadının esasen kadın sûretinde erkek olduğu söylenmiştir? Bu tür menfî iltifatlar, bir kadının mânevî gücüyle kafası karışmış ve şaşkın (hayretten donakalmış) erkek şecere kayıtçısı için en son çare olarak görünür.

Dinin ve mâneviyâtın, cemiyete açık yazılı kayıtlarında, kadınların genelde saf dışı bırakılmalarına rağmen; ilâhî varlığa erişmede aşkın doğası ve güzelliğe ait anahtar tartışmalarda kadınların belirgince tasvir edilişlerini görmek, ister istemez ve sık sık dikkati çekmektedir. Eflâtun Sempozyum isimli eserinde Sokrat"ı, aşk ve güzelliğin felsefî öğretileri üzerine rahibe Diyotima"dan talimât alır bir halde anlatır. Kur"an"da Yusuf ile Züleyha hikâyesi anlatılırken, ona “hikâyelerin en güzeli” denilir. Bu neden böyledir? İranlı mutasavvıf Ruzbihan Baklı"ya (ölümü 1209) göre, “Dünyevî aşk ilâhî aşkın başlangıcıdır. Hem çırak hem usta için, ilâhî aşkın mestliğine erişmek üzere kaçınılmaz bir durum vardır ve o da yaradılmışları ulûhiyetle kaplamaktır. Hz. Muhammed"in (sas) dinî hukukunda iffetli aşka destek yolunda kanıt vardır. Yüce Allah"ın (ac) kitabında "Biz sana en güzel hikâyeleri söylüyoruz." (Kur"an 12:3) buyurduğu gibi, (Allah"ın rahmet ve merhameti onların üzerine olsun) Yusuf ile Züleyha ve Yâkub (as) ile Yusuf (as) gibi biz de sana âşık ve mâşûkun hikâyesini söyleyelim, çünkü onların aşkının hikâyesi aşk ve sevdânın olduğu en güzel hikâyelerdendir.[2]

Ruzbihan"ın hayat hikâyesinde, Şiraz"a döndüğünde ve halka ilk vaaza başladığında bir sansasyonun ortaya çıkmasına sebep olduğu anlatılır. En eski çevirisinde hikâye şöyledir:

Şeyh Pasa"dan Şiraz"a geldiğinde, ilk gün Atik camide vaaz etti. Vaazın orta yerinde dedi ki, “Ben camiye girdiğimde, bitki satıcılarının köşesinde bir kadın kızına nasihat ediyordu, "Canım yavrum, annen sana yüzünü örtmeni ve güzelliğini pencereden herkese göstermemeni tavsiye eder. Bu senin güzelliğin ve sevimliliğinden dolayı değildir, herhangi birini ayartmaya sebep olmamak içindir. Beni duymuyor musun ve benim tavsiyemi kabul etmiyor musun?”

Ruzbihan bu sözleri duyunca, o kadına şunları demek istedi; “Senin kızına kendisini saklamasını ve gözlerden yasaklamasını tavsiyene rağmen ben diyorum ki; ona kendisini göstermesi için izin ver! Kızın senin nasihatlerini dinlememeli veya bunları kabul etmemeli, çünkü o güzeldir ve güzellik kendisine aşk iştirak edinceye kadar huzur bulmaz.”

Şeyh bunu söylediğinde, Allah yolunun yolcularından (müridlerden) biri o huzurda bulunuyordu. Bu sözlerin oku onun kalbi hedefini buldu, böylece bir çığlık ile ruhunu teslim etti. “Şeyh Ruzbihan canları kelimelerinin kılıcıyla param parça kesiyor!” çığlıkları şehirde yükseldi. Şehrin insanları ona doğru yöneldiler ve onun müridi/dervişi oldular.

Bazı daha sonraki nakiller, Ruzbihan"ın anneye olan tavsiyelerine şu yorumu da eklerler: “Aşk ve güzellik, hiç bir zaman birbirlerinden ayrılmamak üzere, ezel öncesinde bir anlaşma yaptılar.”[3] Hakikaten, kendisinin aşka dair önemli incelemesi olan Âşıkların Yasemini (The Jasmin of the Lovers) isimli eserinde, Ruzbihan, adeta hocası gibi davranan ve kendisine insanî aşk ile ilâhi aşk arasındaki ilişkiyi tanımlaması için meydan okuyan isimsiz bir kadın ile tartışmaya girer.

Diğer bir meşhur mutasavvıf olan İbn-i Arabî (ölümü 1240), ilâhî güzellik hakkında yorum yapar ve kendi ayrılış noktası olarak, Kur"an ve hadiste açıkça söylenen el-Cemil (Güzel) ismini alır. Fütuhati"l-Mekkiyye eserinde yer alan bu ilâhi ismin tartışmasına dair giriş kabilinden bir şiirinde, güzelliği duyguların algılayabileceğinin ötesinde olan ve fakat sevgilinin kalbi tarafından şahit olunan ilâhî sevgili bilmecesini ortaya koyar—ve bu ilâhî güzelliğin aşkı, Arap şiirinde göklere çıkarılan büyük aşkların modelidir.

Güzel fakat hasrette değil, aydınlık fakat görülmeyen,

            Kalpler O"na şahittir, ama bilmezler.

“Gözler O"nu ihtiva edemez” biri hariç

            Gerçek idrakin geride bıraktığından başka

O"na “sevilen” dersem yalancı olmam

            O"na “şahit olunan” dersem, bu benim bildiğimdir.

O"ndan başka sevilen yoktur,

            Ve sadece Selma"lar, Leyla"lar ve Zeynep"ler örtüdür.

Onlar örten perdelerdir, nakleden,

            Sevenlerin şiirleri ve yazılarıyla,

Mecnun ve Leyla gibi, ve onlardan önce gelenler gibi,

            Beşir ve Hind gibi –kalbim isimlerini taşıyamaz.[4]

Bu şekilde, İbn-i Arabî, yaratıcı ve yüce ilâhi güzelliğin, bu dünyanın güzel şeylerine olan ilişkisini açıklar ve bu da ancak erkek ve kadın sevgililerin isimleri ile yapılabilir. İbn-i Arabî"nin, içlerinde büyük bir mutasavvıf olarak methettiği Kordoba"lı Fatma"nın da bulunduğu pek çok önemli kadın mutasavvıflarla çalıştığı hatırlanmalıdır. Ayrıca, tasavvuf öğreticisi olmak üzere icazet verdiği 14 kadının şerefine şiirler de yazmıştır.

Bununla birlikte, kadınlara yapılan bu göze çarpan önemli atıflara rağmen, kadının idealize edilmesinin sembolik veya zihnî bir hapishane oluşturduğu iddia edilebilir -özellikle bu kadının tamamıyle farklı bir rol için veya erkekten farklı soyut bir konumda tanımlanması anlamına geliyorsa. Fakat gerçek şudur ki, kadınlar erkeklerin saygısını kazanmış seçkin mânevî öğretmenlerdir. Menkıbelerin içine gizlenmiş ve sıklıkla da başka kadınların marjinalleşmelerini haklı göstermek için kullanılmış olmasına rağmen, Rabiatü"l-Adeviyye"nin (Sekizinci yüzyıl) hikâyeleri onun erkeklerin hocası (müeddibe) olduğunu açıkça göstermektedir. Hint Çiştî tarikatinin kurucusu, Şeyh Nizâmeddin Evliya (ölümü 1232), Bibi Fatma Sam"ın karizmasından sitayiş ile bahsetmiştir: “Aslan ormandan dışarı çıktığında, kimse onun erkek mi dişi mi olduğunu sormaz; Âdem"in çocukları, ona erkek de olsa dişi de olsa itaat etmeli ve saygı göstermelidir. Fatma Sam ile ilgili hikâyelerde onun aşırı dindarlığından ve ileri yaşından çokça bahsedilir. Ben kendisini gördüm. Büyük bir kadındı.”[5] Şeyh Ahmed Rifâî"nin kızı, Seyyide Zeynep bint-i el-Rifâî (ölümü 1232), bir biyograf tarafından “yüksek vasıfları ve hayran olunacak mânevi seviyesi sebebiyle; sabırlı, mütevazı kadın, Allah"ı hatırlayan, mükemmel kadın veli, Allah"ı katıksız bilen, takva sahibi, ümitli aydınlık olan, erkek evliyalardan daha kıdemli” olarak tanımlanmıştır.[6]

Modern zamanlardan önce pek nadir rastlanabilen, kadına mânevi hoca olarak hayranlığın bu açık ifadeleri, kadının pek çok Müslüman toplumlarda özel çevrelere itilmiş olmasına rağmen, kadın ve erkeğin mânevî eşitliğinin tarihsel kanıtlarıdır. Şimdi, ihtiyaçların, kadın ve erkeklerin eğitim almasını ve işgücü içinde daha önceleri hayal dahi edilemeyen bir ölçüde yer almalarını zorunlu kıldığı bir çağdayız. Yaygın eğitim politikaları ile okur yazarlığın yayılması, sayısız kabiliyetli kadının, bir asır önce düşünülemeyecek meslekleri elde etmelerini mümkün kılmıştır. Bu Orta Doğu için, Avrupa ve Amerika"dan daha az doğru değildir. Seküler devletlerde dinin yeniden yapılanışı, başka sektörlerde kadının giyim ve davranışı üzerindeki tutucu kontrol faktörünü artırmış olsa bile, dinî ve kültürel konularda kadının liderliğini ortaya çıkarmıştır.

Hocam Annemarie Schimmel, hatıratında şöyle yazmıştır: “(Türkiye"de) ikinci kalışımda, yeni arkadaşlar, Türk kültürünün başka bir kısmına, Türk tasavvufunun en iyi geleneklerine ulaşmama yardım ettiler. Üst üste gecelerini sessiz meditasyon ile geçiren başarılı iş adamları vardı, ve mutasavvıfar ve yazarlar arasında önde gelen bir isim olan Sâmiha Ayverdi vardı, geleneksel hayatın yüceltildiği pek çok kitap ve makalenin yazarı. Onun evinde Osmanlı Türkiye"sinin kültürü ile tanıştırıldım, ayrıca o ve ailesi İslâmî güzel sanatların ve özellikle hattın sonsuz güzelliğine gözlerimi açtılar. Boğazın üzerinde gökyüzü gül bulutları ile kaplıymış gibi görünürken, uzun ve akıcı cümlelerle yaptığı sohbetlerini dinlemeyi çok sevdim. Bir kaç hafta önce, Mart 1993"te, narin ellerini son defa öptüğümden üç gün sonra, Ramazan Bayramı arefesinde öteki dünyaya göç etti.”[7] Bu derin kişisel övgüden, bu Türk öğretmenin, kendisi de daha sonra İslâmî sanat ve mâneviyâtta otorite haline gelen Alman arkadaşı üzerindeki güçlü etkisini görebiliriz. Onların ilişkilerinin güzelliğin takdirinde merkezlenmesi ve ikisinin de örnek öğretmenler olması tesadüf değildir. Hepimizin, böyle seçkin insanlar tanıyacak kadar talihli olmamızı dilerim.


 


[1] Ebû Abdurrahman es-Sülemî, İlk Mutasavvıf Kadınlar: Zikre"n-nisâ el-muteabbidât es-Sûfiyyat, gözden geçirmeli çeviri Rkia Elaroui Cornell (Louisville, KY: Fons Vitae, 1999).

[2] Ruzbihan Baklı, "Abhar el-âşıkîn, Tasavvufun Öğretileri, çeviren:Carl W. Ernst (Boston: Shambala, 1999), sayfa 90.

[3] Ayrıntılı bilgi için bkz. Ruzbihan Baklı, Mistisizm ve İran Tasavvufunda Velilerin Belâgati, Curzon Sufi Series, 4 (London: Curzon Press, 1996).

[4] Ibn Arabi, Fütuhati"l-Mekkiye, II, 542 (ch. 142). “Gözler onu ihtiva edemez” Kur"an"dandır (K 6: 104).

[5] AbdülHak Muhaddis Dihlevi, Ahbarü"l-ahyar, Tasavvufun Öğretileri, p. 186.

[6] Ahmed ibn Muhammed el-Vitri, Ravzatü"l-nazirin, Tasavvufun Öğretileri, p. 191.

[7] Annemarie Schimmel, “A Life of Learning,” ......................

 

http://akademik.semazen.net/ sitesinden 24.11.2024 tarihinde yazdırılmıştır.