Ruhun Çocuğu
Prof. Karim Douglas CROW
İslâm Tarihi Profesörü. Şiddete hayır Enstitüsü Üyesi. Washington. ABD
Bağışlayan ve Esirgeyen Allah"ın Adıyla
O, o zattır ki sizi bir tek nefisten yarattı, eşini de ondan var etti ki gönlü buna ısınsın.. – A"raf 7:189.
İslam kadın ve erkek arasında özel bir ilişki kurarak nefsin iç sükunetine doğru bize rehberlik edecek bir çok kıymetli kaynağa sahiptir. Hatırlayalım ki "nefis" kelimesi Arapça"da dişi bir kelimedir. Düşünmemizi sağlayacak ve nefsi mükemmele veya bütüne eriştirecek ciddi çalışma için iç özlemi ve yüksek enerjiyi (ya da asil mücadele, himmet) uyandıracak bir kaç noktaya değinelim.
Hz Muhammed (SAS)"in Örneği:
Annesi Âmine bint-i Vehb"in vefatı ve süt annesi Halime"nin himayesinden sonra küçük yetim Muhammed"e birçok kadın baktı. Ona üvey annelik yapan birçok kadın akrabası oldu. Bunlardan biri Fatma bint-i Esed bin Hâşim (Ebû Talib"in hanımı ve Muhammed"in yengesi, manevi annesi ve Hz Ali"nin babası)dir ve vefat edince onu Peygamberimiz kendi elleriyle gömmüş, mezarına inmiş ve vücudunu gömleğiyle sarmıştır. Onun kızı olan Ümmü Hani bint-i Ebû Talip"le Peygamberimizin gençken evlenmek istediği söylenir ve Peygamberimizin miracı Ümmühan"ın evinde gerçekleşmiştir. Peygamberimizin bir de süt kızkardeşi vardır: Ümmü Hâkim el-Beyzâ (Zübeyir bin Abdülmuttalib"in kızı). Hz Muhammed"in kuzeniydi ve Medine"ye geldiğinde ziyaret etmesinden hoşlanırdı.
Peygamberimizin geniş ailesindeki kadınlardan kendisiyle en uzun arkadaşlık kurmuş ve belki de onu herkesten daha tanıyan kişi olarak Hz Muhammed"in Habeşli hizmetkarı Ümmü Eymen"den bahsetmemiz gerekir. Adı Bereket idi ve Mekke"de Peygamberimizin anne babasından kendisine kalmıştı. Annesinin vefatından sonra Efendimize baktı. Ümmü Eymen O"nun hayatı boyunca hane halkının bir parçası oldu. Efendimiz onu azad etti ve evlatlığı Zeyd bin Hârise ile evlendirdi.
Zeyd, (Hubb-u Resûlullah Peygamberin Sevdiceği )Peygamber Efendimize çok yakındı ve belki de kendisinin varisi olabilecek kişi olarak bile düşünülebilinirdi. Ümmü Eymen ve Zeyd"in oğulları Üsâme bin Zeyd (Hubb"un oğlu) idi. Peygamber Efendimiz ona çok iltimas eder ve hatta onu hayatta kalan tek çocuğu Fatma kadar sevdiği söylenirdi. Ümmü Eymen Efendimizin vefatını görüp matemini tutuncaya kadar yaşadı ve vahiylerin kesilmesi sebebiyle duyduğu derin üzüntüyü anlatan duygulu şiirler okurdu.
Fakat Allah"ın elçisinin ilk yıllarında en önemli desteği vermekle tanına Hatice bint-i Hüveylid idi. Kendinden yaşça genç olan eşi için akıllı ve güvenilir kılavuz rolü gördü. Efendimizin onunla ve amcası Varaka bin Nevfel ile vahiy tecrübelerini paylaştı. Her ikisi de Efendimizin peygamberlik görevini açması için destek oldular ve teyidine yardımcı oldular. Hz Hatice Peygamberimizin Mekke"de kabul edilmediği ve eziyet gördüğü en zor ve yorucu yıllarında O"nu teşvik edip rahatlattı. Ve Efendimizin çocuklarını doğurdu. Hz Hatice"nin hicretten üç yıl sonra son derece zor şartlar altında vefat edişi Hz Muhammed"i son derece derinden etkiledi.
Hz Hatice"nin vefatından sonra Peygamberimiz birkaç kadınla evlendi. Üçüncü eşi olan Ayşe bint-i Ebû Bekir, hem ailesinde hem de kendisinin vefatından sonra ilk Müslüman topluluk için de çok önemli bir rol oynadı. Peygamberimizin eşlerinden önemli rol oynayan bir diğeri ise Ümmü Seleme"dir. Kendisi ve kocası Ebû Seleme"den olan çocukları Efendimizin evinde büyümüşlerdir. Peygamberimizn hayatta kalan oğlu yoktu fakat en büyükleri Hz Zeynep ve en küçükleri Hz Fatma olan kızlarının hayatta kalan çocukları vardı. Hazret-i Muhammed Ebûl-Kâsım (Kâsım"ın babası) lakâbıyla bilinmesine rağmen, biz ona, kocası Rebi" bin Ebû"l-"As"a olan aşkı ve sadakati, Peygamberin hayat hikayesinde önemli bir yer tutan en büyük kızı olması dolayısıyla belki de Ebû-Zeynep (Zeynep"in babası) deme cüretini gösterebiliriz. (Bedr savaşında esir düşen Rebi", Hz Hatice"nin kendisine verdiği akik kolyeyi babasına gönderen Zeynep"in fidyesi ile kurtulmuştur.) Hz. Zeynep"in kızı Ümâme bint-i er-Râbi" Peygamberimiz tarafından çok seviliyordu. Hicretin 8. yılında Mekke"nin fethi kampanyası esnasında bu torunun devesinde taşımıştı. Hz Muhammed"in ve teyzesi Hz Fatma"nın vefatından sonra Ümâme, Ali bin Ebû Talip"le evlendi ve Hz Fatma"nın dört küçük çocuğunun bakımına yardım etti. (Evliliklerinin Hz Fatma"nın talimatı üzerine olduğu söylenir.) Hz Muhammed, Zeynep bint-i Ümmü Seleme de dahil olmak üzere diğer eşlerinden de birçok üvey kız evlat sahibi oldu. Hiç şüphesiz ki ona en yakın çocuğu en küçük kızı Hz Fatma idi. Babası onu kuzeni Hz Ali ile evlendirinceye dek Hz Fatma Mekke"de ve hicretten sonra Medine"de babasının evinde yaşadı. Muhakkak ki Hz Hatice"nin en son kızı Hz Fatma ile arasında çok kuvvetli bir bağ vardı ve sayısız hadis onlar arsındaki bu özel ilişkiyi teyit eder. Babasının vefatından altı ay sonra hüznüne dayanamayarak kendi de vefat etti.
Hayatının son üç yılında Maria (Kahire"nin Koptik liderinin hediye olarak gönderdiği) ile memnun ve rahat idi. Eşlerinden ayrı olarak onu Medine"nin güneyindeki yedi meyve bahçesinden birinde (Meşrûbât-ı Ümmü İbrahim)barındırdı. Birkaç hadise göre Maria"nın kaldığı yerin yukarısında küçük bir özel oda varmış ve Peygamber efendimiz eşlerinden uzak olarak oraya inzivaya çekilirmiş. Oğulları İbrahim Hz Muhammed"in en son çocuğu idi ama 18 ay yaşadı. Bu bize şunu hatırlatabilir. Derin maneviyatının dışında Peygamber Efendimizin doğasında da beşer olmanın duygusallığı ve bir yere sığınıp sükunet bulma ihtiyacı yatmaktadır. Aşk ve maneviyat doğal bir neşeye sahiptir ve bu Ruhun, her iki yönü arasındaki güven ve sükunet içinde keşfedilebilir.
Peygamberin hanımları, hanım akrabaları, kızları ve kız torunlarıyla arasındaki sevgi ve şefkat bize neyi anlatır?
Hazreti Muhammed"in peygamberlik vazifesi esnasında ona en yakın kişilerin, ailesi ve hanımları içerisindeki bu kadınlar olabileceğini hatırlamalıyız. Bu, mübârek peygamberimiz Hz. Muhammed"in (Allah"ın sonsuz rahmeti üzerine olsun) şahsiyeti ve karakteri hakkında neyi belirtir? O; her ne kadar askerî seferlere kumandanlık etmiş, on yıl süreyle Medine"de giderek gelişen bir şehir-devlet kurarak idare etmiş, insafsız ve aşırı hilekâr kişilerin düşmanlıklarına karşı beceriyle uğraşmış bir hareket ve hizmet insanı olsa da; onun hâkim özelliklerinin yumuşak ve hassas oluşuna dayandığına evrensel bir şekilde şehadet edilir. Kendisine yöneltilen doğrudan bir isteği hiç bir zaman reddetmemiş, ashâbının hatalarını istisnasız affetmiş ve câhiliye dönemi kabile Araplarının kaba, azgın davranışlarına uzun süre acı çekerek azamî sabır göstermiştir.
Dolayısıyla, Peygamberin şahsî hayatının hakikati bu kadınlar ile çok yakından ilişkilidir ve bu onun etrafındakilerde görülen, erkek ayrıcalığı ile seçkinciliğin (elitizm) sert ve affetmeyen kabile düzenine karşı hoşgörü ve şefkatle davranabilmesini sağlayan önemli etkenlerden biridir. Bu hakikat, İslâmın mâneviyâtına mührünü basmış ve özellikle mutasavvıfları çok etkilemiştir. Peygamber ailesinin önde gelen üyelerinden biri olan Cafer-i Sâdık (ölümü 148/765), Hz Muhammed ile Hz Hatice"nin evliliklerinde olduğu gibi, önce bir hanımla evlenip, ancak onun vefatından sonra başka hanımlarla evlenmeyi tercih ederek peygamberin yolunu takip etmiştir. İslâmiyet, çoklukla erkeğe imtiyaz veren bir din ve medeniyet olarak görülürken, sînesinde hayatın kadınsı ciheti yani âlem-i cân çok büyük bir itibar ve hürmetle kutsal addedilerek yer alır.
Mevcut küresel materyalist çağımızda, İslâmî öğretim ve kültürde çok yanlış anlaşılmış olan ve insanın dişil özellikleri ile ilişkilendirilen büyük bir sır ve bozulamaz mukaddeslik vardır. Meselâ, Batı toplumlarında çok yanlış anlaşılmış olan "duyuların iffeti" veya başkalarının bakışından kaçınmak için gözlerini yere indirmek örneğinden bahsedelim. 3./9. yüzyıl ulularından Hakîm el-Tirmizî, Peygamberin şu meşhur hadisini derinlemesine yorumlamıştır: “İlk bakış sanadır, ancak ikinci bakış sana karşı kullanılacaktır.” Hakîm"e göre, ilk bakış kişinin ruhundan yükseldiği ve Allah"ın yaratıklarının güzelliğine hayranlığından zevk alıp mutluluk duyduğu için, bir kişi başka birisini gördüğünde ona bakmasına ve onun güzelliği ile şekil ve şemâilinin düzgünlüğünü görmesine izin verilir ve hatta teşvik edilir. Ancak, ikinci kere baktığında ve diğer kişiye fiziksel olarak sahip olmakla elde edeceğin zevki hayal etmeye başladığında, bu kusurlu olan nefs seviyesinden gelir; işte bu tür şehvetli haz öteki dünyada sana karşı kullanılacaktır.
Bugün pek çok Müslüman toplumunda yaşayan kadın ve erkek arasındaki cinsiyet, meslek, eğitim ve öğretim farklılıklarına ve İslâm adına veya peygambere dayanılarak yetkili imişcesine yapılan istismarlara rağmen, vücudumuzda yer alan iç şahsiyetin, farkındalığımızın ve idrakimizin merkezi ne erkek ne de kadındır, o yaratılmış bir Ruh"tur. Diğerini bilmenin değeri, Allah"ın çiftler halinde yaratarak tamamladığı kendi benliğimiz ile buluşmaktır/tanışmaktır.
Araf sûresi (Kur"an 7: 189), insanların bir tek candan (min nefsin vâhidetin) yaratıldıklarını bildirir. Erkek ve kadın, diğerini kendi öz benliğinin tamamlayıcı bir parçası olarak görür ve kaderleri aşkın bağı ile bir araya gelen ortak itimat ve tevekkül ile iman ve güvende (li-yeskunâ ileyhe) yatar. Bu aşkta beraberlik, beşer olan insanın tek bir varlık olarak birleşerek mülâyim bir sükûnetle dolmuş kendi iç birliğini gerçekleştirmesi manevî idealini ortaya getirir. Bu ruhumuzu bütün ve bir yapma görevidir.
Bu, devamlı aradığımız, âhenk içinde birleşmiş çelişen zıtların şifâsı, nefsin kaderidir. Ancak o zaman birliği ve bütünlenmişliğin huzurunu hissedebiliriz. İçsel varlığımız, ancak tamamlayıcı veya zıt parçalar birleştiğinde kendinin daha yüksek ve daha saf taraflarını kapsayabilir. Nefsimiz, yüzeysel benliğimizden yüksektir, nefs ruhu kuşatır—ve ruh en saf halinde akıldır.
Rehberin işi, canımızı benliğimize tanıtmak ve ruhun/mânânın doğmasına yardımcı olmaktır. Mürşid veya Rehber, bir annenin çocuğuna süt verdiği gibi canımızı besler. Mürşid bizim içsel varlığımıza, belki de biyolojik babamızdan daha yakındır. Mürşidimiz, hakikatte bizi büyüten, kusurlarımızı anlamamıza ve kabul etmemize yardım eden, kendi ayaklarımızın üzerinde durana kadar bizi gözeten, bütünlüğe ulaşmak için bize yol gösteren bir anne gibidir. Mânevî ebeveyn, pek çok açıdan, bizim hakiki hayatımız için fiziksel ebeveynimizden daha önemlidir.
Burada biz, mânevî hayatın üzerine inşa edildiği güven ve aşkın temeline erişiriz ve bu da bizim gerçek kapasitemizin ve tamamlığımızın açığa çıkışını gıdalandırıp ve devamlılığını sağlayabilir. Mürşid varlığımızın parçasıdır, hem kendini kavrayış için bir ayna hem de nefsimizde gizlenmiş olan yüksekliklere ve boyutlara göz atmak için bir penceredir. Ey mânâ canı—beni senin çocuğun yap, çünkü anam da babam da aynı anda senin içinde bulunurlar!