“Nice toprak gibi mezarda yatanlar var ki faydaları ve feyizleri
bakımından yüzlerce diriden üstündür.
Gölgesini gizlemiş ama toprağı gölge vermekte.
Yüz binlerce diri, onun gölgesinde gölgelenmekte.”
Mevlâna
Şems, bir hakikat ehli, bir gönül eri arıyordu. Bu amaçla uzun uzun yolculuklar yapmaktaydı. Gittiği yerlerde hanlarda, kervansaraylarda konaklıyordu. Bazı memleketlerde bir süre oturduğu da oluyordu. Fakat çabuk tanınıyor, etrafını bir sürü mürid sarıveriyordu, O zaman, orada durmanın tehlikeli olduğunu anlıyor, bir fırsatını bulup kaçıyor, başka bir memlekete göçüyordu.
Yaşı altmışa ulaşmış, siyah sakalını beyaz teller bezemişti. Sırtında keçeden bir cübbe, elinde bir alem, başında da kalpağa benzer bir külah vardı. Bazı hallerde işçilik yapar, sırtında taş çeker, birkaç mangır alır, maişetini temin ederdi. Kimseden bir şey talep etmez, kimseye yük olmazdı. Çoğu zaman aç kalır, nefsiyle alay ederdi.
Anadolu'yu bu halle gezen Şem Konya'ya gitmeye niyetlendi.
O'nun bu niyeti sebepsiz değildi. Her gittiği yerde kendisine Mevlânâ'dan bahsedilmiş, onun Konya'ya yerleştiği söylenmişti. Bir defasında:
-Allah'ım, beni dostlarımla buluştur, görüştür, diye sabahlara dek niyazda bulunmuş, bu hal ile uyuyakalmıştı. Rüyasında bu arzusunun yerine getirildiği, ancak Anadolu illerine gitmesi gerektiği bildirilmiş, buna karşılık kendisinin ne bağışlayabileceği sorulmuştu. Şems:
-Başımı !.. Diye cevap vermiş; uyanınca, hemen yola düşmüştü. Anadolu'yu gezdikçe, Mevlânâ'nın adını, şöhretini duyuyordu. Kararını verdi. Konya'ya gidecekti. Eğer aradığını bulursa mesele tamamdı. Bu niyetle yola düştü.
Şems 1244 yılının Kasım ayında Konya'ya gelmişti. Konya'da Şekerciler hanına indi. Ertesi gün 30 Kasım İkindiye doğru, ana cadde üzerinde müderris olduğu halinden belli birisinin, sağında solunda talebeler olduğu halde, bir katırla geçtiğini görmüştü. Herkes:
-Mevlâna Celâleddin geliyor! Diye ayağı kalkıyor, hürmetle selâmlıyorlardı. Demek yıllardır adını işittiği, Mevlâna buydu. Şu katır üzerindeki kısa siyah sakallı, yanık buğday benizli, mütebessim insan. Hoşuna gitti hali. Yerinden kalktı, kalabalığı yara yara ilerledi. Tam karşılaştıkları zaman katırın dizginlerini sımsıkı tuttu. Biraz sert ve kısa, sorular sordu. Aldığı cevaplarla o kadar heyecana düşmüştü ki, dayanamadı, düşüp bayıldı.
Mevlevi kaynaklar, Mevlana-Şems buluşmasını Kur'an da anlatılan, Musa-Hızır buluşmasının bir benzeri olarak görürler. Mevlevi kaynaklarda, Musa-Hızır prototipin de Mevlana, Hz. Musa'ya, Hızır ise, Şems'e nispet edilerek bu benzerlik kurulur. Eflâkî'de yer alan bir rivayette, bizzat Mevlâna'nın, Şems'in hücresinin kapısının önüne kendi el yazısıyla “Hızır'ın maşukunun makamı” diye yazarak Hızır ile Şems arasında nispet kurduğundan bahsedilir. Şems'in kendisi de, sohbetlerinde Musa-Hızır kıssasını genişçe yorumlamaktadır.
Tasavvufi düşüncenin önemli özelliklerinden biri; dini kaynaklarda zikredilen olay yahut kişisel tecrübeleri, Musa-Hızır örneğinde olduğu gibi, salt bir tarihsel olayın aktarımı olarak görmez. Bu tür olay ve tecrübeleri, her bir insanın deneyim alanıyla ilgili işaretleri de içeren, birer numune olarak değerlendirir. Kur'an'da anlatılan Musa-Hızır kıssası diğer müminlere neleri işaret etmektedir? Diğer bir ifadeyle, Hz. Musa'nın risalet makamı gereği sorguladığı için, arkadaşlığından mahrum kaldığı ilm-i ledün sahibi (Hızır) ile arkadaşlığa öğrenilecek sır nedir? İşte Mevlevi kaynaklar, bu yakıcı soruların cevabının, Mevlana-Şems ilişkisinde saklı olduğunu hissettirirler.
Şems'le Mevlânâ'nın ilk defa buluşup görüştükleri bu yere Mevleviler sonradan Kur'an-ı Kerim Rahman Sûresinin 19. âyetinden alınan ve "iki denizin buluştuğu yer" anlamına gelen “Merac'el-Bahreyn” ifadesi Şems ile Mevlâna'nın Konya'da ilk karşılaştıkları yere makam adı olarak verimliler ve burasını bir çevrikle işaretlemişlerdi. Selçuklular devrinde, Şekerfurûş Hanı'nın önüne isabet eden bu yer, evvelce bir parmaklıkla çevrilmiş ve ziyaretgâh haline getirilmişti. Şimdiki Selçuk Otel'in Maarif Evlerine bakan köşesine rastlayan bu yer, zeminden yükseltilmiş, önü parmaklıkla ayrılmıştı. Oraya akşamları, Türbeden kandil yollanır ve bir ezar gibi orada kandil uyandırılırdı. Bilhassa Mevleviler tarafından ziyaret edilirdi. Bugün oradan hiçbir eser kalmamış ve o tarihi yer, bilenlerin hafıza ve hatıralarına intikal etmiştir.
İbrahim Hakkı Konyalı, “ bu iki ilim ve mana denizinin kavuştukları yer için çok güzel seçilmiş bir addır. Burasının neresi olduğu hakkında ihtilâf vardır. Büyük Türk ve İslâm Âlimi üstadım Şeyh Zâde Ziya Efendi merhum burasının eski Paşa dairesiyle Çumralı Salim Efendi'nin evlerini ayıran sokağın içinde Ağazâde Tevfik'in eski evinin önünde olduğunu söylerdi. Bu yol Hatuniye'ye, Şems-i Tebrizi'ye, Seyfiye Medresesi'ne ve Akıncı Mescidi'ne giden yolların başıdır.
Bazıları da burasının Selçuk Oteli'nin yanına rastladığını söylerler. Burada Selçuk ve Sincari Mescitleri, eski kabristan, İbrahim Bey İmareti'nin odun ambarları vardı. Gerçi bu yol da Akıncı Mescidi'ne ve Kız Öğretmen Okulu'na çıkar. Amma biz; bildiğini iyi bilen ve güvenilir bir ilim otoritesi olan Ziya Efendi merhumun rivayetini tercih etmek istiyoruz”. Demektedir.
Ancak yıllarca mum yakılan, ziyaret edilen yer olarak Selçuk otelin bulunduğu Babalık sokağın girişindeki sol köşe olduğu bilinmektedir. Ogün'den bugüne şehir planlarındaki değişiklikler düşünülürse nokta bir yer tayin etmek zor olacaktır.
Cumhuriyetten sonra, Tekke ve Türbelerin kapatılmasıyla çevriğe kandil gönderilemez olmuş, 1927 yılında Alâeddin Caddesi üzerinde Maarif Evleri'nin yapılması ile çevrik de kaldırılmıştır.
Merac'el Bahreyn'e Mevlana Dergâhından kandil getiren Mevlevi dervişlerinden biri de Mevlana Müzesi ziyarete açıldıktan sonra kendisine müzenin derviş odalarında bir hücre verilen ve ölümüne kadar (ö.1957) bu hücrede oturan Ankaralı Mehmet Dede idi.
1953 yılında Konya M. Muhlis Koner'in başkanlığında, Abdülbaki Gölpırnarlı, Mehmet Önder ve Belediye Turizm Müdürü Konyalı yazar Celâleddin Kişmir'in üyesi olduğu bir komisyon kurdu. Komisyon, anıt üzerine yazılacak kitabeyi hazırlayacak, ayrıca çizilecek anıt projesinin fikri yapısını oluşturacaktı. 1953 yılı Ekim ayında bu konuda toplantılar yapıldı. Konya'da Gazi Lisesi'ni, Atatürk Heykeli'nin kaidesini yapan tanınmış mimar Muzaffer'in oğlu, mimar Mukadder projeyi çizdi. Abdülbaki Gölpınarlı anıt üzerine yapılacak metinleri hazırladı. Bir dosya halinde Belediye Başkanı Rüştü Özal'a verildi, Belediyenin ödenek yokluğu yüzünden bu anıt gerçekleştirilemedi. Rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı' bir kitabe hazırladı.
1953 yılında, Konya'da Mevlânâ ile Şems'in ilk buluştukları yer için hazırlanan kitabe metni şöyledir:
“Büyük bilgin ve mutasavvıf Mevlânâ Celâleddin ile Onun gönül dostu Şemseddin-i Tebrizî 30 Kasım 1244 günü ilk defa burada buluştu, görüştüler. Bu buluşmadan sonra, burası "Marac'al-bahreyn" yani "İki denizin buluştuğu yer" olarak adlandırılırdı. Bu anıt, bu buluşmanın anısına dikildi.”
"Güneşim, ayım geldi.
Gözüm, kulağım geldi.
O altın madenim geldi.
Başımın sarhoşluğu geldi
Gözümün nuru geldi.
Bir dileğim olmuşsa,
işte o dilediğim geldi.
Dün gece mumla aradığım dost,
bu gün bir gül demeti gibi yoluma çıkageldi."
MEVLÂNA