MÜFLİS ADAM İLE DEVECİ

Mesnevî-i Şerif'ten Hikayeler(7)

 

MÜFLİS ADAM İLE DEVECİ

 

Sana biraz sonra bir hikâye söyleyeceğim. Can kulağıyla dinle de tamah insanın kulağını nasıl tıkarmış anla. Hırsa kapılmış kişi yüz hikaye dinler; hırs kulağına bir nükte girmez.
Malsız mülksüz, evsiz barksız, müflis bir adam vardı. Zindana düşmüş, amansız zincirlerle bağlanmıştı. Bir bahane bulup zindandakilerin yiyeceklerini yerdi. Tamahı yüzünden halkın gönlüne Kafdağı gibi ağır gelmekteydi. Şerrinden kimsenin bir lokma ekmek yemeye gücü yoktu. Çünkü hemen ucundan tutup kapardı. Rahmân"ın davetinden uzak olan, sultan bile olsa, dilenci gibi açgözlüdür. Onun arsızlığı yüzünden zindan cehenneme dönmüştü.

Bir rahata kavuşurum ümidiyle nereye kaçarsan kaç; isterse tenhâ bir izbeye hatta zindan köşesine, orada önüne bir âfet çıkar. Dünyanın âfetsiz, felaketsiz hiçbir köşe yoktur. Allah"ın halvethanesinden başka hiçbir yerde dinlenmek, rahata kavuşmak mümkün değildir. Kurtulmaya hiçbir çare olmayan bu dünya zindanının ayakbastı parası alınmayan, hapishane dayağı atılmayan bir bucağı yoktur. Vallahi fare deliğine bile girsen, orada da bir kedi pençeliye çatarsın.

Zindandakiler, kadı"nın anlayışlı vekiline şikâyette bulunarak dediler ki: “Hemen bizim selâmımızı kadıya götür, bu aşağılık adamdan incindiğimizi söyle. O, boşboğaz, obur ve zararlı herif, bu zindanda yerleşti kaldı. Kötü ve çirkin huyu yüzünden, sinek gibi çağrılmadan, yüzsüzlükle her yemeğe konmakta. Altmış kişinin yemeği ona yetmiyor. Ne kadar söylesek söyleyelim, vurdumduymazlıktan geliyor. Yüzlerce hileli tedbirlerle sofraya oturdu mu, zindandakilere bir lokma bile kalmıyor. Sofra serildi mi, o cehennem boğazlı herif hemen gelip oturuyor, “Cenab-ı Hak, Kur"ân"da, "Yiyin, için"[1] buyurmuştur diyerek hemen yemeye başlıyor. Üç yıllık kıtlığa benzeyen bu adamdan aman aman! Kadı efendinin ömrü ebedî olsun! Ya bu sığırı zindandan def edip gitsin, yahut doyması için vakıftan ayrı bir maaş tayin edilsin. Ey kendisinden erkeklerin de kadınların da hoşnut oldukları kadı efendi, bizim imdadımıza yetiş, bizi kurtar!”

O söz anlar vekil, kadı"nın yanına gidip, zindandakilerin şikayetlerini bir bir anlattı. Kadı, o müflisi zindandan huzuruna çağırttı. Kendi adamlarından da işi sordu soruşturdu. Zindandakilerin şikayetlerinde haklı olduklarını anladı. Müflise dedi ki: “Kalk, bu zindandan çık git. Ölümünden sonra varislerine kalacak evine çekil otur” dedi.

Müflis adam dedi ki: “Benim evim barkım, senin ihsanından ibaret. Zindanım ise, dünyanın kâfirlere cennet olduğu gibi, benim cennetimdir.[2] Eğer beni zindandan sürer çıkarırsan, yoksulluktan, ihtiyaçtan ölür giderim.”

İblis gibi diyordu ki: “Ya Rabbi, beni kıyamete kadar yaşat.[3] Ben bu dünya zindanında rahatım. Beni yaşat da düşmanımın evlâdını tepeleyeyim. Kimin imandan nasibi varsa, kimin ahiret yolu için bir lokma ekmeği mevcutsa, ondan o azığı, o ekmeği gâh hile, gâh aldatma ile alayım da pişmanlıktan feryada başlasın. Onları bazen yoksullukla korkutayım[4], bazen güzelliğin saçlarıyla, benleriyle gözlerini bağlayayım.”

Bu (dünya) zindanında hakiki iman azığı azdır. Bu azığa sahip olanlar da köpeğin korkusundan ıstırap içindedir. Namazdan, oruçtan ve yüz türlü çaresizlikten meydana gelen zevk azığını da şeytan gelip birden alır, götürüverir. Allah"ın kulu olan şeytandan Allah"a sığınırım.[5] Ah, onun azgınlığından helâk olup gittik! Şeytan bir köpektir, ama binlerce kişiye saldırmakta. Kime saldırır, kimin kanına girerse, o adam da şeytan kesiliveriyor. Kim seni haktan, hakikatten soğutursa, bil ki şeytan o adamın içindedir, derisinin altında gizlenmiştir.[6] Böyle bir adamın içine girip, böyle bir adamın suretine bürünüp seni aldatamazsa, hayaline girer de seni o hayalle kötülüğe sevk eder. Seni gâh gezip eğlenmek, gâh dükkân açıp alışveriş yapmak, gâh ilim öğrenmek, gâh ev bark kurup çoluk çocuk sahibi olmak hayalleriyle günaha düşürmek ister. O zaman kendine gel hemen “Lâ-havle” de. Ama sadece dille değil, can u gönülden!

Kadı, o adama, “Müflisliğini ispat et” dedi.

Adam, “İşte burada bulunan zindandaki adamların hepsi tanık” deyince,

Kadı, “Onlar, senden şikayetçi. Senden kaçıp kurtulmak istiyorlar. Senin elinden kan ağlıyorlar. Senden kurtulmak istedikleri için yalan yere şahadette bulunabilirler” dedi.

Mahkemede bulunanların hepsi, “Biz onun hem müflisliğine, hem kötülüğüne şahidiz” dediler. Kadı, o adamı kime sorduysa, “Efendim, bu müflisten vazgeç, bundan hayır gelmez” cevabını aldı.

Kadı dedi ki: “ "Bu müflis ve kalleş (hileci, dönek) bir adamdır" diye şehirde dolaştırın.[7] Tellallar, yer yer bağırıp onun müflisliğini her tarafta ilân etsinler. Kimse ona veresiye bir şey satmasın, kimse ona bir kuruş borç vermesin. Birisi hilesine uğrar da o yüzden davaya kalkışırsa, artık onu hapse atmam. Çünkü iflası bence sabit olmuştur. Elinde ne parası var, ne pulu!”[8]

Ademoğlu da iflası sabit oluncaya kadar bu dünya hapishanesinde kalır.[9] Allah"ımız da, İblis"in müflisliğini Kur"ân"da bize bildirmiş, her tarafa yaymıştır. “O hilekâr, müflis ve kötü sözlüdür. Onunla hiçbir suretle ortak olma, dostluk yapma. Alışverişe girişirsen kâr edemezsin, çünkü o müflistir, ondan nasıl olur da bir şey elde edebilirsin?”[10] diye anlatmıştır.

Müflisin fitnesi alevlenince, odun satan bir Kürdün devesini getirdiler. Zavallı Kürt, "Devemi almayın!" diye hayli feryat etti, hatta memura para verdi, fakat kâr etmedi. Feryat ve figanına aldırış etmeden, devesini kuşluk vaktinden geceye kadar aldılar. Korkunç bir kıtlık gibi olan o müflisi deveye bindirdiler. Deve sahibi de devenin ardından gitmekteydi. Mahalle mahalle dolaştırıp bütün halka teşhir ettiler. Her hamamın, her çarşının önünde biriken halk o müflise bakıyordu. Türk, Kürt, Rum, Arap ve sair milletlerden sesi gür olan tellallar da kendi dillerince bağırıyorlar, diyorlardı ki: “Bu müflistir, hiçbir şeyi yoktur. Ona hiçbir kimse ödünç bir pul bile vermesin. Açıkta ve gizlide bir şeyi, bir tahıl tanesi bile yoktur. Müflisin, kalpazanın, kötü adamın biridir; aldatıcı ve kandırıcıdır. Kendinize gelin, aklınızı başınıza alın, sakın onunla arkadaşlık etmeyin. Size satmak için bir öküz bile getirse, mutlaka çalmıştır, öküzü hemen tutup bağlayın ki tekrar çalıp götürmesin. Eğer aldanır da bu herifi davaya kalkışırsanız, ben bu ölü herifi zindana atmam. Bu herif, tatlı sözlüdür, çok da oburdur. Üstündeki elbisesi yenidir, ama çamaşırları paramparçadır. Hile için o yeni bir elbiseyi giyerse, bilin ki kendisinin değildir, halkı aldatmak için giymiştir.”

Ey selim (temiz) kalpli kişi, hikmet ehli olmayan kişinin dilindeki hikmet sözünü de iğreti[11] elbise bil! Hırsız, güzel bir elbise giyse bile, o eli kesik, senin elini nasıl tutar, sana nasıl yardım edebilir?

Akşam olup da müflis deveden inince, Kürt ona dedi ki: “Menzilim uzak, vakit de hayli geç. Sabahtan beri deveme bindin. Arpadan vazgeçtim, hiç olmazsa bir avuçtan az bile olsa biraz saman parası ver!”

Müflis dedi ki: “Şimdiye kadar niçin gezip dolaştık? Aklın neredeydi? Hiç anlamadın mı? Müflis olduğuma dair davul çaldılar, sesi tâ yedinci kat göğe kadar yükseldi; sen duymadın mı? Kulağın galiba ham tamahla dolu. Tamah, insanı sağır ve kör eder. Tellalların, "Bu hilekar, yalancı bir müflistir" sözlerini kerpiçler, taşlar bile işitti” dedi.

Bu sözleri akşama kadar söylediler de devecinin kulağı tamahla dolu olduğundan duymadı. Kulakta ve gözde Allah"ın mührü var. Bu yüzden insan işitemiyor, duyamıyor.[12] Yoksa şu hicaplarda nice şekiller var, nice sesler var! Allah güzellikten, kemalden, cilveden hangisini isterse göze onu gösterir. Güzel sesten, müjdelerden, coşkun ve neşeli sözlerden hangisini dilerse kulağa onu duyurur. Kainat çareyle doludur, fakat Allah senin için çare tarafına bir pencere açmayınca bir çare bulamazsın. Sen şimdi, çareden gaflettesin ama, ihtiyaç vaktinde Cenab-ı Hak onu sana gösterir. (Cilt: II, beyit nu: 578-682)

DİPNOTLAR

[1] A"raf Sûresindeki âyet şöyledir: “İsraf etmeden yiyin, için. Şüphe yok ki Allah israf edenleri sevmez.”
[2] Hadis-i şerif: “Dünya mümin için zindan, kafir için Cennettir.” (Müslim, Zühd, 1; Tirmizi, Zühd, 16; İbn Mace, Zühd, 3)
[3] Hicr Sûresi, 36-38: “(İblis:) Rabbim! Öyle ise, insanların tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver” dedi. Allah buyurdu ki: "Sen mühlet verilenlerdensin. Allah katında bilinen vaktin gününe kadar...”
[4] Bakara Sûresi, 268: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder…”
[5] Allah"tan yarattıklarından Allah"a sığınmak…
[6] “Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli çağrılarda (fısıldaşma ve telkinlerde) bulunurlar.” (6/Enam, 121)
[7] Eski devirlerde bir suç işlemiş ya da iflas ederek borçlarını verememiş kimselerin yüzüne kara sürerler, eşeğe ters bindirirler, şehir içinde gezdirip teşhir ederler, kimliğini ve kabahatini söylerlermiş. (Tahirü"l-Mevlevi, Mesnevi Şerhi, IV, 201)
[8] Borçlu borcunu ödemezse, hapsedilir. Fakat iflası ispat edilirse, salıverilir. (Tahirü"l-Mevlevi, Mesnevi Şerhi, IV, 221)
[9] Yani; bir kimse Allah"ın hakiki malik ve kendisinin ise müflis olduğunu anlasın diye.
[10] Yasin, 59-64: “(Mahşer gününde cehennemliklere şöyle seslenilir:) Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar! Ey Adem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır demedim mi? Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur demedim mi? Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hâla akıl erdiremiyor musunuz? İşte, bu size vaat edilen cehennemdir. İnkârınız sebebiyle bugün oraya girin!”
[11] İğreti: Ödünç, geçici, iyice yerleşmemiş, iyice oturmamış
[12] bkz. Bakara Sûresi, 7: “Allah onların (kafirlerin) kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.”

AÇIKLAMA

Hz. Mevlânâ, hikayenin henüz başında, “Can kulağıyla dinle de tamah insanın kulağını nasıl tıkarmış anla. Hırsa kapılmış kişi yüz hikaye dinler; hırs kulağına bir nükte girmez.” sözü ile, birazdan nakledeceği hikayenin ana konusunun tamah (açgözlülük) olduğunu açıklamıştır.
Açgözlü kişi, şeytanın telkinlerine kapılarak, uyarıcıların ise nasihatlerine aldırış etmeden, haram-günah demeden ömrünü dünyalık servet, mal, makam, mevki elde etme yolunda tüketir.
Açgözlülük ve hırsla ilgili olarak şöyle denilmiştir: “Herşeye heves eden, sinek gibi balda kalır.” “Her yemi kurcalayan balık, sonunda zokayı yutar.” “Suyu dökme tehlikesi çoğu zaman, bardağını fazla doldurma arzusundan ileri gelir.” “Ölüleri hatırlamak, hırs ateşini söndürür”
***
Hikayedeki temsiller şöyledir:
Müflis = İblis, şeytanlar
Zindan = Dünya
Tellallar = Peygamberler, âlimler, veliler
Eşek = Nefs
Eşek sahibi = Açgözlü insanoğlu.
İblis, Hz. Adem"e secde etmeyerek Allah"a isyan etmiş, böylece müflis duruma düşmüş ve Allah katından kovulmuştur. Cennette yaşadıkları sırada İblis tarafından aldatılarak ilahî yasağı işleyen insanoğlu da, tekrar Cennete dönebilme hakkını elde etsin diye dünya denilen ve imtihanlarla dolu olan gurbete gönderilmiştir. Artık dünya hayatı, İblis ile İnsanın mücadele alanıdır.
Sufilere göre, dünya bir tür zindandır. Vefat eden bir mümin bu zindandan kurtulmuştur. Nitekim Peygamberimiz (sav), “Dünya mümin için zindan, kafir için Cennettir.” (Müslim, Zühd, 1; Tirmizi, Zühd, 16; İbn Mace, Zühd, 3) buyurmuştur. Bu hadis şöyle de açıklanmıştır: Cennete nispetle bu dünya mümine zindan gibidir; cehenneme nispetle bu dünya kafire cennet gibidir.
Şeytanlar dünya zindanında insanoğluna düşmanlık yapmakta, ahiret azıklarını ziyan etmekte ve başına bela olmaktadır. Peygamberler, alimler ve veliler, İblis"in ve onun komutasındaki şeytanların düşmanlığını, hilelerini insanoğluna ilan etmiş ve ilana devam etmekktedir. Buna rağmen, dünya hayatının cazibelerine kapılan ve ahireti gözetmeyen insanlar, hırsları ve açgözlülükleri sebebiyle bu tür ikazları duymamakta, dolayısıyla şeytanları tarafından aldatılmaktadır. Açgözlü insanoğlu, şeytanını nefs eşeğine bindirmekte, şeytan da kişinin nefsinin arzu ve zaaflarını kullanmaktadır.
Hesap gününde kişi şeytandan Allah"a şikayetçi olsa ve "Beni bu aldattı. Her şey bunun yüzünden oldu" dese de bu onu sorumluluk ve vebalden kurtaramayacaktır. Çünkü melek iyiyi ve hayrı, şeytan kötüyü ve şerri kişiye telkin etmiş; sonrasında kişi kendi iradesiyle tercihte bulunarak akıbetini tayin etmiştir. Yüce Allah, Kur"an"da bu hakikati şöyle açıklar: “(Hesapları görülüp) iş bitirilince, şeytan diyecek ki: "Şüphesiz Allah size gerçek olanı vaat etti. Ben de size vaatte bulundum ama, size yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) ortak koşmanızı reddettim." Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır.” (14/İbrahim, 22)

İBLİSİN KOVULUŞU

Bu bahsi, Kur'an ayetlerinden takip edelim:

Hani biz meleklere (ve cinlere): “Âdem'e secde edin” demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu. (Bakara, 34)
Allah buyurdu: “Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?”

(İblis): “Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi.

Allah: “Öyleyse, in oradan! Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın! (A"raf, 12-13) Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır!” buyurdu.

(İblis:) “Rabbim! Öyle ise, (insanların) tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver” dedi.

Allah buyurdu ki: “Sen mühlet verilenlerdensin. Allah katında bilinen vaktin gününe kadar...”

(İblis) dedi ki: “Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna. (Hicr, 35-40) And içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!” (A"raf, 16-17)

(Allah) şöyle buyurdu: “İşte bana varan dosdoğru yol budur. Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.” (Hicr, 341-42)

Bunun üzerine: “Ey Âdem!” dedik, “bu, hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin! Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın. (Tâhâ, 117-119) Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz.” (Bakara, 35)

Derken şeytan onun aklını karıştırıp, “Ey Adem! dedi, sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi? (Tâhâ, 120) Rabbiniz, iki melek haline gelmeyesiniz, yahut buruda ebedi kalıcılardan olmayasınız diye –yalnız bunun için- size tüm ağacı yasakladı” diyerek onları kandırdı. Ve onlara, “Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim” diye yemin etti. (A"raf, 20-21)

Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı. (Tâhâ, 121) Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. (Bakara, 36)

(Allah) dedi ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan (cennetten) inin! Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz. (Tâhâ, 123)

Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır. (Bakara, 37)

ŞEYTANIN YARATILIŞ HİKMETİ

Şeytanın yaratılış hikmetlerinden bazıları şu şekilde belirtilmiştir:

1. Şeytan yaratılmamış olsaydı, Allah'a ibadet ve itaattan söz etmek mümkün olmazdı. Çünkü belli fiillerin ibadet, taat ve hayır oluşu ancak zıtlarının varlığı ile bilinebilir ki, insanlara şer ve çirkin işlerde yol gösteren şeytandır.

2. Şeytan'ın yaratılmasındaki hikmetlerden birisi, Allah'ın üstünlük ifade eden Kahhar (inkarcıları kahrı altında ezen, galip gelip emri altına alan), Müntakim (suçlulardan intikam alan), Adl (son derece adaletli), Şedidü"l-İkab (cezalandırması şiddetli olan), Seriu'l-Hisab (hesabı çok hızlı gören), Hâfid (alçaltan), Rafi' (yükselten), Muizz (izzet veren), Müzill (zelil kılan) gibi isimlerinin tecelli edeceği bir varlığın gerekli olmasıdır. Zira bu isimler taalluk edecekleri bir varlığı gerektiren kemal sıfatlarıdır. Şayet ins ve cin, melek tabiatında olsalardı, bu isimlerin eseri ve neticesi ortaya çıkamazdı.

3. Eğer şeytan yaratılmamış olsaydı, Allah'ın, hıfz, af, mağfiret, rahmet, günahları örtme ve bağışlama gibi hususları ihtiva eden kemal sıfatlarının ve isimlerinin tecelli etmesi mümkün olmazdı. Peygamberimiz bunu veciz bir şekilde şöyle dile getirmiştir: "Eğer sizler günah işlemeseydiniz, Allah muhakkak ki sizleri giderirdi de, fertleri günah işleyip mağfiret dileyecek ve Allah'ın kendilerine mağfiret edeceği bir kavim getirirdi.”

***

Bediüzzaman Said Nursî (rh) bu meseleyi şöyle açıklamıştır:

Sual: Şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i imana taslitleri ve onların yüzünden çok insanlar küfre girip Cehennem"e girmeleri, gayet müthiş ve çirkin görünüyor. Acaba Cemîl-i Alel"ıtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahmân-ı Bilhakk"ın rahmet ve cemâli, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin husulüne nasıl müsaade ediyor ve nasıl cevaz gösteriyor? Şu meseleyi çoklar sormuşlar ve çokların hatırına geliyor.

el-Cevab: Şeytanın vücudunda cüz"î şerler ile beraber birçok makasıd-ı hayriye-i külliye ve kemalât-ı insaniye vardır. Evet bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var; mahiyet-i insaniyedeki istidadda dahi ondan daha ziyade meratib var. Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. Bu istidadâtın inkişâfâtı, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zenbereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise, şeytanların ve muzır şeylerin vücuduyla olur. Yoksa, melâikeler gibi insanların da makamı sabit kalırdı. O halde insan nev"inde, binler envâ" hükmünde sınıflar bulunmayacak… Bir şerr-i cüz"î gelmemek için bin hayrı terk etmek, hikmet ve adalete münafîdir.

Çendan, şeytan yüzünden ekser insanlar dalâlete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete bakar, kemmiyete az bakar veya bakmaz. Nasıl ki bin ve on çekirdeği bulunan bir zât, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse; ondan on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. Öyle de, nefs ve şeytanlara karşı mücahede ile, yıldızlar gibi nev-i insanı şereflendiren ve tenvir eden on insan-ı kâmil yüzünden o nev"e gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette haşerat nev"inden sayılacak derecede süflî ehl-i dalâletin küfre girmesiyle insan nev"ine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için, rahmet ve hikmet ve adalet-i İlâhiye, şeytanın vücuduna müsaade edip tasallutlarına meydan vermiş. (Saîd Nursî, Lemalar, s. 71)
“Manevi terakkiyât-ı beşeriyenin zembereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebep olduğundan, şeytanların îcadı dahi güzeldir.” (Saîd Nursî, Şuâlar, s. 26)

“İfrata varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese tayakkuza sebeptir; taharrîye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydlığı atar, tevahünü def eder.” (Saîd Nursî, Sözler, s. 278)

***
Mekke müftüsü Âta b. Ebi Rebah (rh) şöyle demiştir: “Evimde bir şeytan görmem, bir yastık görmemden daha iyidir. Çünkü yastık uykuya davet eder.” (İbn Kesîr, el-Bidâye ve"n-nihâye, IX, 308)

Ataullah İskenderi (ks) şöyle demiştir: “Kendisine ondan iltica etmen için şeytanı sana düşman eyledi. İkbal ve yönelmenin devamlı O"na olması için ise nefsi senin üzerine tahrik etti.” (Ataullah İskenderî, Hikem-i Atâiyye, nu: 235)

İBLİS KİMDİR?
 

İblis, "hayırsız oldu", "hüsrana uğradı", "(Allah"ın rahmetinden) ümidini kesti", "şaşkınlığa düştü" manalarına gelmektedir.

İblis, şeytani bütün faaliyetlerin atası konumundadır.

İblis, şeytanın Kur"an"daki özel adıdır. Hz. Adem ve eşinin cennetten çıkmasına sebep olan şeytanın, İblis"ten başka, "Azazil", "Adüvullah" gibi adları da vardır.

Müfessir İbn Kesir ve Kurtubî"nin kaydettiğine göre; İbn Abbas (ra), İblis"in evvelce Azazil adlı en şereflilerinden olduğunu belirtmiştir. Ancak, Kur"an"da Hz. Adem"e secde eden meleklerden istisna edil­mesi sebebiyle meleklerden olduğu görüşüne sahip olan bazı âlimler var ise de, şeytan ve şeytanın atası olan İblis, meleklerden değil, cinlerden­dir. Bu konuda yaygın olan kanaat de budur. Çünkü Kur"an"da, onun ateşten yaratıldığı açıkça bildirilmekte; “Meleklere, Adem"e secde edin demiştik. İblis"ten başka hepsi secde etmişti. O, cinlerden idi. Rabbinin buyruğu dı­şına çıktı.” (18/Kehf, 50) buyurularak İblis"in cinlerden olduğu bildirilmektedir. (Şerafeddin Gölcük-Süleyman Toprak, Kelam, s. 356)

Azazil, Hz. Adem"e secde etmeyince "İblis", cennetten kovulunca da "Şeytan" ismiyle isimlendirilmiştir.

ŞEYTAN NEDİR?
 

Şeytan, "uzaklaştı" demektir.

Şeytan, cinlerin kâfir ve Allah"a isyan edenlerine denir. Şeytanların atası İblis"tir.

Esasen Arapların dilinde şeytan; cin, insan, hayvan ve her şeyin âsî ve azgın olanını ifade eder.

Cinlerden olduğu gibi, insanlardan da şeytanlar vardır (6/En"am, 112. Ahmed, Müsned V, 178, 179, 265)

Şeytan kelimesinin aslı İbrânîce “Satan” olup, "rakip", "muhalif" gibi anlamlara gelir ki Tevrat'ta da (Sayılar, 22/22) bu anlamda kullanılmıştır

Şeytan, Allah"ı, öldükten sonra dirilmeyi, ahiret hayatını inkar etmemektedir. Onun küfrü, ilahi emri yerine getirmeyi reddetmek ve isyandandır.

 

ŞEYTAN VE NEFS

Nefs insanı içten etkileyen bir faktör iken, şeytan insanın dışında, insana düşman olan bir dış etkendir. Şeytan insana nefs yoluyla yaklaşır. İmam Gazzali'nin deyimiyle," nefsin arzu ve istekleri şeytanın mer'asıdır." Bu sebeple şeytan vesvese ile ferdin nefsini, onun şuuraltı muhtevalarını ve içgüdülerini harekete geçirerek ona günah olan fiili işletebilmektedir.

ŞEYTANIN HİLELERİ
 

Konuyu ayet ve hadislerin ışığında ele alalım:

* Şeytan, düşmandır:

“Gerçek şu ki şeytan sizin düşmanınızdır. Öyleyse siz de onu düşman edinin.” (35/Fatır, 6)

* Her insanın bir şeytanı vardır:

“Her insanın yanında bir şeytan vardır.” (Müslim, Münafıkun 11; Ahmed, Müsned, VI, 115)

“Her insanın bir şeytanı vardır ve kişi, ancak Allah"ı zikretmekle Şeytan"dan kendisini kurtarabilir.” (Tirmizi, Edeb 78)

* Şeytan, kişinin zaaflarını bilir ve her an fırsat kollar:

“Şeytan, insanoğlu ile nefsi arasına girer (de aklına her türlü soruyu getirir ve gönlüne de vesveseler verir).” (İbn Mace, İkame 35)

“Şeytan, insan vücudunda, kanın dolaştığı gibi dolaşır.” (Buhari, Müslim)

* Şeytan kalbe telkinde bulunur:

Kalbe, iki tür telkin gelir. Birisi melekten, diğeri ise şeytandandır. (Ahmed, Tirmizi, Nesai)

* Şeytan yalan vaade bulunur, zorlayıcı gücü yoktur:

“Allah"ı bırakıp şeytanı dost edinen, şüphesiz açıktan açığa kayba uğramıştır. Şeytan onlara vaat ediyor, onları kuruntulara düşürüyor, ancak aldatmak için vaatte bulunuyor.” (4/Nisa, 119-120) “(Hesapları görülüp) iş bitirilince, şeytan diyecek ki: "Şüphesiz Allah size gerçek olanı vâdetti, ben de size vâdettim ama, size yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi (inkâra) çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) ortak koşmanızı reddettim." Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır.” (14/İbrahim, 22)

Şair Nabi şöyle demiştir:

Aybdır âkıle "Şeytan beni aldattı" demek

Kendi nefsimdir eden nefsimi ilkaa-i fesâd.

* Şeytan, öğüt verirmiş gibi yaklaşır

“Şeytan, kendilerinden “örtülüp gizlenen çirkin yerlerini” açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir." Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim” diye yemin de etti.” (7/A"raf, 20-21)
* Şeytan kişiyi Allah ile, Allah"ın adını kullanarak aldatır

Şeytan kişiyi, Allah"ın rahmetinin ve affının geniş olması ile aldatır ve günahı ona mazur gösterir. (31/Lokman, 33; 35/Fatır, 5)

* Şeytan salih ameli istemez

Şeytan, salih amel öncesi “alıkoymaya” çalışır. "Daha yaşın kaç", "İlerde yaparsın", "Henüz vakit var" vb.

Kişi bu ilk telkine galip gelir de salih amele yönelirse, bu sefer şeytan, amel esnasında onu “ifsad etmeye” çalışır. "Namazda falan şeyi hatırla", kıraatı şaşırtmak, kaç rekat kıldığını unutturmak, namazda acele etmek, namazda başka şeylerle ilgilenmek vb.

* Şeytana uymakta olan, kendini doğru yolda zanneder

“Her kim Rahman olan Allah"ın zikrinden gafil kalırsa, biz ona bir şeytan musallat ederiz; o şeytan ondan hiç ayrılmaz. Bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar, onlar ise kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (43/Zuhruf, 36-37)

* İçki, kumar, put, fal okları şeytanın tuzaklarıdır

“Ey inananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan sakının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah"ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister…” (5/Mâide, 90-91).

* Açık saçık giyinmek şeytandandır: (7/A"raf, 27)

* Haram yoldan yemek, haram şeyleri yemek şeytandandır: (2/Bakara, 168; 6/En"âm, 142)

* İsraf, şeytandandır:

“Saçıp savuranlar (müsrifler), şüphesiz Şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.” (17/İsrâ, 27)

* Şeytan fakirlikle korkutarak, cimriliği, ve hayasızlığı, günahı ve haramı teşvik eder: (2/Bakara, 268; 24/Nûr, 21)

ŞEYTÂNIN ADIM ADIM SAPTIRMASI

Şeytân insana gelip: “Bu günahı yap!” veya “Bu kötülüğü işle!” demez. Onu günâhlara adım adım yaklaştırır. Mesela, eskiden şöyle derlerdi: “Bakış, gülümseme, konuşma, sözleşme ve buluşma.” Böylece, yasak olan şey meydana gelir. Bu sebeple Allah Teâlâ bizi, şeytânın adımlarını takip etmekten sakındırmıştır: “Ey îmân edenler! Şeytânın adımlarını tâkîb etmeyin (arkasından gitmeyin). Kim şeytânın adımlarını tâkîb ederse, bilsin ki, o (şeytân) yalnızca çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder.” (24/Nur, 21)

Ebu"l-Ferec İbnü"l-Cevzî (ö.1201), Vehb b. Münebbih"den şunu rivâyet etti:

İsrâiloğulları arasında, dönemin âbidlerinden biri vardı. Yine o dönemde, birisi kız, dört kardeş vardı. Kız bekârdı ve abilerinden başka bakacak kimsesi yoktu. Üç erkek kardeş savaşa gitmek zorundaydılar; fakat kız kardeşlerini kimin yanına bırakacaklarına ve kime güvenebileceklerine karar veremediler. Daha sonra üç kardeş de kız kardeşlerini âbidin yanına bırakmak üzere anlaştılar. Çünkü âbidden başka güvenebilecekleri başka kimse bulamadılar. Sâdece ona güveniyorlardı. Âbide gelip, kız kardeşlerini yanına bırakmak, savaştan dönünceye kadar onun himâyesi ve gözetiminde olmasını istediler. Âbid, önce, şeytândan Allah"a sığınıp bu isteklerini reddetti; fakat onlar o kadar çok ısrar ettiler ki, sonunda isteklerini kabul etmek zorunda kaldı ve: “Onu ibâdet ettiğim manastırın karşısındaki evime yerleştirin.” dedi. Kardeşler bacılarını âbidin dediği eve getirip gittiler. Kız, bir süre o âbidin himâyesinde kaldı. İlk önceleri âbid yemeği manastırın kapısına koyuyor, sonra kapısını kapatıp odasına çıkıyor, sonra kız evinden çıkıp gelip kendisi için konulan yemeği alıyordu.

Ama şeytân hemen fısıltılarına başladı. Güya onu iyiliğe teşvik etmektedir. Kızın, gündüz vakti evinden çıkıp gelip yemek almasının ona güçlük getireceğini, birisinin onu görüp âşık olabileceğini söylüyordu. Israrla: “Sen onun yemeğini götürüp kapısının önüne koysan, sana daha büyük ecir gelir.” dedi. Âbid artık kızın yemeğini götürüp evinin kapısına koyuyor, onunla konuşmadan geri dönüyordu. Bu durum bir süre böyle devam etti.

Sonra şeytân tekrar âbide geldi. Onu iyilik yapmaya ve ecir kazanmaya teşvik eder göründü ve şöyle dedi: “Kızın yemeğini götürüp evine koysan, senin için daha büyük ecir gelir.” Bu konuda da ısrar etti. Âbid yemeği kızın evine kadar götürmeye başladı. Bir süre böyle devam etti.

Daha sonra şeytân yine geldi ve hayra teşvik eder görünerek: “Kız yalnızlıktan usandı. Eğer onunla konuşursan senin konuşmanla biraz olsun ferahlar.” dedi. Bunda da ısrar etti. Öyle ki, âbid, manastırının tepesinden ona doğru uzanarak bir süre onunla konuşuyordu.

Daha sonra şeytân ona yine gelip: “Aşağıya insen. Sen manastırının kapısında, kız da evinin kapısında otururken onunla konuşsan, onu yalnızlıktan kurtarmış ve eğlendirmiş olursun.” dedi. Bu konuda da ısrar etti. Sonunda âbidi aşağıya indirdi ve manastırının kapısının önüne oturttu. Kız da evinden çıkıp evinin kapısının önüne oturdu. Bir süre böyle konuşarak günlerinin geçirdiler.

Daha sonra şeytân yine geldi. Yaptığı şeylerde onu hayra ve sevap işlemeye teşvik edip: “Manastırının kapısından çıkıp kızın evinin kapısına yakın bir yerde otursan, ona daha çok yakınlık göstermiş olursun.” dedi. Bunu devamlı söyledi ve âbid de bunu yaptı. Bir süreyi de böyle geçirdiler.

Şeytân âbid"e yine geldi. Onu iyiliğe ve güzel sevap kazanmaya teşvik etti ve: “Sen kıza yaklaşsan, o da evinin kapısında otursa, o evinden çıkmadan sen onunla konuşsan.” dedi. Âbid bunu da yaptı. Artık âbid manastırından iniyor, kızın evinin kapısında duruyor ve onunla konuşuyordu. Bir süre de böyle devam etti.

Sonra Şeytân âbide gelip şöyle dedi: “Eve, kızın yanına girsen, o hiç kimseye yüzünü göstermeden onunla konuşsan senin için daha iyi olur.” Bunda da devamlı ısrar etti. Sonunda âbid eve girdi. Bütün günü onunla konuşarak geçiriyor, gün bitince ise manastırına çıkıyordu.

Şeytân, devamlı kızı âbidin gözüne güzel gösteriyor ve onu kıza âşık ediyordu. Sonunda âbid kızın baldırına dokunup onu öptü; ardından da zînâ etti. Kız hâmile kaldı ve bir erkek çocuğu doğurdu.

Sonra Şeytân âbide gelip: “Kızın kardeşleri gelip, onun senden çocuğu olduğunu öğrenirlerse ne yaparsın? Durumun ortaya çıkarsa rezil olursun. Bundan kurtulmanın tek yolu çocuğu öldürüp gömmendir. Kadın ise, kardeşlerinin, yaptığın şeyi öğrenmelerinden korktuğu için bunu senin nâmına gizleyecektir.” dedi. Böylece âbid şeytânın dediğin yaptı.

Şeytân bilâhare şöyle dedi: “Acaba kadın, senin ona yaptığını ve çocuğunu öldürdüğünü kardeşlerinden gizleyecek mi? Kadını da yakalayıp öldür ve çocuğunun yanına göm.” Bunda da ısrar etti. Âbid de kadını öldürüp çocuğuyla birlikte bir çukura attı. Üzerlerini büyük bir kayayla kapatıp düzeltti. İbâdet etmek üzere manastırına çıktı. Bir süre böyle kaldıktan sonra, kadının kardeşleri savaştan döndüler. Gelip kız kardeşlerini sordular. Âbid onlara; kız kardeşlerinin öldüğünü, ona çok acıyıp ağladığını söyledi ve şunu ilâve etti: “Çok iyi bir kadındı. İşte şu onun kabridir, bakabilirsiniz.” Kadının kardeşleri kabre gelip ağladılar; ona rahmet dilediler. Birkaç gün kabrin başında bekleyip sonra evlerine döndüler.

Gecenin karanlığı çöküp kardeşler yataklarına girince, şeytân hepsinin rüyalarına girdi. Yolcu bir şahıs suretinde en büyüklerine görünerek kız kardeşini sordu. O da şeytâna âbidin söylediğini; kız kardeşinin öldüğünü, ona çok acıdığını ve kabrinin bulunduğu yeri nasıl gösterdiğini anlattı. Fakat şeytân bunun yalan olduğunu, âbidin onlara doğruyu söylemediğini, aksine kız kardeşini hâmile bıraktığını, ondan bir erkek çocuğun doğurduğunu, âbidin kendilerinden korktuğu için önce çocuğu, ardından da kız kardeşini öldürdüğünü. Onları, evin kapısının arkasına kazdığı bir çukura attığını, gidip eve bakabileceklerini ve her ikisini de orada bulabileceklerini söyledi.

Şeytân rüyasında ortanca kardeşe de, küçük kardeşe de gelip aynı şeyleri söyledi. Üç kardeş uyanınca, şaşkınlıkla birbirlerine gördükleri rüyayı anlattılar. En büyükleri şöyle dedi: “Bu bir düşten başka bir şey değildir, bırakın peşini.” Ancak en küçük kardeş: “Vallahi, ben oraya gidip görmeden bu işten vazgeçmem.” dedi. Hep birlikte yola çıkıp kız kardeşlerinin gömülü olduğu eve geldiler, kapıyı açtılar, rüyalarında kendilerine târîf edilen yeri aradılar, kız kardeşlerinin ve oğlunun, söylendiği şekilde öldürülmüş olduğunu gördüler. Bu durumu âbide sorduklarında âbid her şeyi itiraf etmek zorunda kaldı. Kardeşler hâkimin yanına çıkıp cezanın uygulanmasını istediler. Âbid manastırından indirilerek çarmıha gerildi. Onu ağaca bağladıklarında şeytân tekrar gelip şöyle dedi: “Seni kadınla fitneye düşüren, kadına tecâvüz etmeni sağlayan, sonra da kadınla çocuğu öldürmeni tavsiye eden arkadaşın benim. Eğer bugün benim sözümü dinler de Allah"ı inkâr edersen, seni içinde bulunduğun durumdan kurtarırım.” dedi. Âbid kurtulma umuduyla Allah"ı inkâr etti; fakat şeytân onu onlarla başbaşa bırakıp gitti. Onlar da âbidi astılar.” [İbnü"l-Cevzî, İblîs"in Hîleleri (Telbîsü İblîs), çev. Mehmet Ali Kara, (İstanbul: Tevhid yay., 2.bs. 1998), s.33-36]

Şeytân ona böyle planlar düzenledi ve sonunda da istediğini elde etti. Bu âbidin başına gelenler, onun, şeytânın insanı kandırmak için uyguladığı metotları ve adımlarını bilmemesinden kaynaklanmıştır. Eğer o, ilk adımdan itibaren şeytâna karşı koysaydı, şeytânı eli boş olarak geri çevirirdi.

ŞEYTANIN ALDATMASINDAN KORUNMAK İÇİN
 

1- Kitabullah"a ve Sünnet-i Nebi"ye sarılmak

Şeytanın hileleri fark etmek için haram, günah ve mekruhları öğrenmek gerekir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İşte benim doğru yolum budur. Ona uyun, başka yollara uymayın ki sizi onun yolundan ayırmasın. Korunmanız için Allah size böyle tavsiye etti.” (6/En"am, 153)

2- İman ve ihlaslı olmak

“Biz, şeytanları, inanmayanlara dost kılarız.” (7/A"raf, 27)

“(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.” (15/Hicr, 39-40)

İhlas, amellerde sadece Allah"ın rızasını gözetmektir.

Peygamberimiz (sav) şöyle demiştir: “Allah, ancak kendi rızası gözetilerek, halis bir niyetle yapılan ameli kabul eder.” (Nesai, Cihad 24)

Fudayl b. Iyaz (rh) şöyle demiştir: “İnsanlar için ameli terk etmek riyadır. İnsanlar için amel etmek şirktir. İhlas, Allah"ın seni o ikisinden kurtarmasıdır.”

Peygamberimiz, kendisi hakkında, “Evet bana da musallat olan bir şeytan vardır. Fakat Allah bana yardım etti de o bana teslim oldu (Müslüman oldu). Bana yalnızca iyiliği emreder.” (Müslim, Münafikun 11; Ahmed, Müsned, VI, 115)

Peygamberimiz, Hz. Ömer"e şöyle demiştir: “Canım kudret elinde olan Allah"a yemin ederim ki, sen bir yolda giderken şeytan asla sana yaklaşamaz. O, seni yol üzerinde görse, başka bir yola döner gider.” (Buhari, Müslim)

3- Cemaatten ayrılmamak

“Şeytan insan kurdudur. Sürüden ayrılan, tek başına kalan koyunu dağdaki kurt nasıl kaparsa, cemaatten ayrılan kimseyi de şeytan öylece kapar.” (Ahmed, Tabaranî)
“Sizin cemaat halinde bulunmanız gerekir. Ayrılıktan, tek başına kalmaktan sakının. Şüphesiz şeytan tek başına kalanla beraberdir. O, (Allah için beraber olan) iki kişiden uzak durur.” (Tirmizî, Ahmed, Hakim)

4- İstiazede bulunmak

İstiaze, sığınmak demektir. “Eûzu billahi mine"ş-şeytani"r-racîm” (Taşlanmış-kovulmuş şeytandan Allah"a sığınırım) demektir.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Eğer şeytandan bir fit gelip seni dürterse hemen Allah"a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler.” (7/A"raf, 200-201)

Ayet ve hadislerde; Kur"an okurken (16/Nahl, 98), namaza başlarken (İbn Mace, İkametu"s-Sala 2) veya namaz esnasında (Müslim, Selam 68), kişi eşiyle cima ederken (Buhari, Bed"u"l-halk 11), tuvalete girerken (Buhari, Vudu 9), öfke ânında (Buhari, Müslim); gece köpek kavlaması veya eşek anırması işitildiğinde (Buhari, Müslim, Ebu Davud) Allah"a sığınmak gerektiği bildirilmiştir.

5- Allah"ı zikretmek

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Kim Rahman"ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.” (43/Zuhruf, 36)

Peygamberimiz şöyle bildirmiştir: “Allah size kendisini çok zikretmenizi emretti. Bu, düşman tarafından hızla takip edilen ve çok sağlam bir kaleye vararak, kendini onlara karşı emniyete alan kişinin durumuna benzer. Kul da böyledir. Şeytandan ancal Allah"ın zikriyle kurtulur.” (Tirmizi, Misal 3)

6- Bakara Sûresi okumak

Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Evlerinizi kabirlere çevirmeyin. Çünkü içinde Bakara Sûresi okunan eve şeytan girmez.” (Müslim, Salatu"l-musafirin 212)

7- Ayete"l-Kürsî okumak

Ayete"l-kürsî, Bakara Sûresi 255. ayettir. “Allahu lâ ilâhe illâ hû. el-Hayyü"l-kayyum…” diye başlar.

Şeytan, ayete"l-kürsî okuyan kişinin manevi koruma altına alınacağını, hiçbir şeytanın ona yaklaşamayacağını Ebu Hureyre (ra) (Buhari, Vekale 10) ve Ebu Eyyub el-Ensari"ye (ra) (Tirmizi, Sevabu"l-Kur"an 3) itiraf etmiştir.

8- Bakara Sûresi"nin son iki ayetini okumak

Bakara Sûresi"nin son iki âyeti “Âmenerresûlü…” diye başlar.

Peygamberimiz şöyle buyurdu: “… Bakara Sûresi"nin son iki ayeti bir evde üç gece okunmazsa, şeytan o eve yaklaşır.” (Tirmizi, Sevabu"l-Kur"an 4)

“Kim Bakara Sûresi"nin sonundaki iki ayeti okursa, bunlar ona yeter (onu korurlar).” (Buhari, Müslim)

9- Muavvizat"ı (Felak, Nas ve İhlas Sûrelerini) okumak

“Allah"a sığınanların okuyacağı en iyi şey Felak ve Nas Sûreleridir.” (Müslim, Tirmizi, Nesai)

Hz. Aişe (ra) şöyle anlatıyor: “Peygamber (sav) her gece yatağına girdiğinde, iki elini birleştirir, sonra bunlara üflerdi. İki eline, İhlas, Felak ve Nas Sûrelerini okur (onlara üfler), sonra elleriyle vücudunun yetişebildiği yerlerini sıvazlardı. Sıvazlamaya baş ve yüzünün üzerinden başlar ve vücudunun ön kısmını da sıvazlardı. Bunu (okuyup üfleyerek vücudunu meshetmeyi) üç defa tekrarlardı.” (Buhari, Fezailu"l-Kur"an 14)

“İhlas, Felak ve Nas Sûrelerini sabah-akşam üçer defa söyle (oku). Bunlar seni her şeyden korurlar.” (Ebu Davud, Tirmizi)

Felak Sûresi: “1. De ki:"Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım, 2. Yarattığı şeylerin şerrinden, 3. Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, 4. Ve düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden , 5. Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!”

Nâs Sûresi: “1. De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine, 2. İnsanların Melikine (mutlak sahip ve hakimine), 3. İnsanların İlâhına. 4. O sinsi vesvesenin şerrinden, 5. O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler)fısıldar. 6. Gerek cinlerden,gerek insanlardan(olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah'a sığınırım!”

10- Gözü haramdan korumak

“Bakmak, İblis"in zehirli oklarından biridir. Kim, Allah için gözünü yumarsa, Allah ona, kendisiyle karşılaşacağı güne kadar kalbinde hissedeceği bir tatlılık saklar.”

11- Namahrem (yabancı) ile başbaşa kalmaktan kaçınmak

“Hiçbir erkek, bir kadınla yalnız kalmasın. Çünkü onların üçüncüsü şeytandır.” (Buhari, Müslim)

12- Eve girerken ve yemek yerken Allah"ı zikretmek

Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bir adam evine girerken ve yemek yerken Allah"ı zikrederse, şeytan (yardımcılarına): "Sizin için ne barınacak yer var, ne de akşam yemeği" der. Ama evine girerken Allah"ı anmazsa, şeytan: "Barınacak yer buldunuz" der. O kişi yemeğine başlarken de besmele çekmezse, şeytan: "Hem barınacak yere, hem de akşam yemeğine kavuştunuz" der.” (Müslim, Eşribe 103)

13- Evde köpek beslememek, çan, resim, heykel bulundurmamak

Peygamberimiz şöyle bildirmiştir:

“Melekler, aralarında köpek veya çan bulunan yolcularla birlikte olmazlar.” (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)

“Melekler, içinde köpek ve suret bulunan eve girmezler.” (Buhari, Müslim)

“Melekler, içinde çan bulunan eve girmezler.” (Ebu Davud)

“Her çanla birlikte bir şeytan vardır.” (Ebu Davud)

“Melekler, içinde timsal veya tasvir bulunan eve girmezler.” (Müslim)

Ruhu olmayan (ağaç, nehir, dağ gibi) varlıkların resmedilmesi caizdir.

14- Güzel sözlü olmak

Yüce Allah şöyle buyurur: “Kullarıma söyle. Sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar.” (17/İsra, 53)

15- Her meşru iş öncesinde besmele çekmek

Resulullah bir gün otururken, birisi de orada yemek yiyordu. Adam besmele çekmemişti. Son lokmasını ağzına atmadan, “Bismillah, evvelihi ve âhirihi” dedi. Peygamber (sav) gülerek, "Şeytan devamlı onunla birlikte yiyordu. Adam besmele çekince, şeytan karnındakileri kustu" dedi. (Ebu Davud)

Peygamberimiz şöyle bildirmiştir: “Kahrolasıca şeytan, deme! Çünkü böyle dediğinde, şeytan büyüklenerek kendini bir şey zannedip, "Onu kendi gücümle yendim" der. "Bismillah" dediğinde, şeytan küçük ve aşağılık hale gelir. Öyle ki sinekten daha küçük olur.” (Münziri, Tergib ve"t-terhib, V, 276)

16- Dua etmek

“(Hanne, Meryem adını verdiği bebeği hakkında Allah"a şöyle dua etti:) Ben onu ve neslini, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım.” (3/Âl-i İmran, 36)

17- Sol el ile yiyip içmekten kaçınmak

Peygamberimiz şöyle bildirmiştir: “Sizden birisi asla sol eliyle yemesin ve içmesin. Çünkü şeytan sol eliyle yiyip içer.” (Müslim)

18- Esnemeye engel olmak

Peygamberimiz şöyle bildirmiştir: “Biriniz esnediğinde, eliyle ağzını tutsun. Çünkü o sırada şeytan girer.” (Buhari, Edeb 125; Müslim)

“Esnemek şeytandandır. Birinize esneme hali geldiğinde, gücü yettiği kadar onu geri çevirmeye çalışsın. Çünkü biriniz esnediğinde, şeytan bundan dolayı güler.” (Buhari, Müslim)

19- Keşke kelimesinin kullanmamak

Peygamberimiz şöyle bildirmiştir: “Başına bir şey gelirse, "Keşke şöyle yapsaydım, şöyle olurdu" deme. "Bu Allah"ın takdiri. O ne dilerse yapar" de. Çünkü "keşke" kelimesi şeytanın amelini açar (başlatır).” (Müslim, Kader 34)

20- Acele etmeden, teenni ile hareket etmek

Peygamberimiz şöyle bildirmiştir: “Teenni Allah"tandır. Acele etmek şeytandandır.” (Tirmizi)

21- Yarısı gölge, yarısı güneş olan yerde oturmamak

Peygamberimiz, böylesi bir yer hakkında, “Orası şeytanın oturma yeridir” buyurdu. (Münziri, Tergib ve"t-terhib, V, 260)
22- Zikir, abdest ve namazla güne başlamak

Peygamberimiz şöyle bildirmiştir: “Sizden biriniz (Allah"ı zikretmeden, gece) uyuyunca, şeytan onun başının arkasına (yani boyun köküne) üç düğüm atar. Her düğümü, "Senin için uzun bir gece vardır, rahat uyu" diyerek vurur. O kimse uyanıp Allah"ı zikrederse bir düğüm çözülür. Abdest alırsa bir düğüm daha çözülür. Namaz da kılarsa, şeytanın düğümlerinin hepsi çözülür. Artık o kişi, düğümü çözülmüş, gönlü hoş ve neşeli bir halde sabaha ulaşır. Fakat zikretmez, abdest alıp namaz kılmazsa, gönlü kirli ve uyuşuk bir halde sabaha ulaşır.” (Buhari, Müslim)

23- Uyandıktan sonra burnu temizlemek
Peygamberimiz şöyle bildirmiştir: “Sizden biriniz uykusundan uyandığında hemen burnundaki nesneyi üç defa dışarı çıkarsın. Çünkü şeytan onun genzinde geceler.” (Müslim)

***

Şeytan köpeğine def edebilmek:

Şeytan aç bir köpek gibidir. Sana yaklaşır. Şayet senin önünde ekmek veya et gibi bir şey yoksa köpeğe “Defol git!” demenle köpek uzaklaşır gider. Fakat yiyecek bir şeyler varsa, o, yalnız kovalamakla oradan uzaklaşmaz. Şeytan da böyledir. Şayet kalbinde bir kuvveti yoksa, yalnız zikir ile oradan uzaklaşır. Şayet şehvet kalbe galebe çaldı ise, zikrin hakikatı kalbin kenarlarına doğru iner ve fakat ortasına yerleşemez. (Gazâlî, İhyâ, III, 35)

ŞEYHİ OLMAYANIN ŞEYHİ ŞEYTAN MIDIR?
 

Bazıları bu sözün Peygamber Efendimiz'e ait olduğunu sanmaktadırlar ki kesinlikle yanlıştır. Böyle bir iddia ancak cahillikten kaynaklanır.

“Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” şeklindeki söz, büyük veli Bayezid-i Bistamî"ye (ö.262/875) (ks) aittir. (bkz. Abdülkerim Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, haz: Süleyman Uludağ, İstanbul 1999, 483; Şihâbüddîn Sühreverdî, Gerçek Tasavvuf [Avârifül-Meârif], terc: Dilaver Selvi, İstanbul 1999, 119)

Öncelikle bu sözün daha dikkatli anlaşılmasını gerekli kılar. Çünkü;

1) Bir şeyhi olduğu halde günah işleyen, hatta sapıtan kişiler bulunmakta ve bilinmektedir,

2) Bir şeyhe intisap etmediği halde Müslüman"a yaraşır şekilde yaşayanlar (isterse bunlar hasbelkader bazen günaha düşsünler) vardır,

3) Bir şeyhi olmayan mümini de her an şeytan kandırıp durmamaktadır.

Bayezid-i Bistamî"nin (ks) sözünü, öncelikle, “Tasavvuf yolunda, şeyhi olmayanın yol göstericisi şeytan olur” şeklinde anlamak daha uygundur.

Bununla birlikte; “Âlimler, peygamberlerin varisleridir” (Ebu Davud, hadis nu: 3641; Tirmizî, hadis nu: 2681) hadis-i şerifine tâbi olarak, Kur"ân ve Sünnet"e titizlikle uyan, özü, sözü, yaşantısı İslam"a ve birbirine uygun bir âlimi mürşid (yol gösterici) edinmek gerekir. Zira kendi nefsimizle yine kendi nefsimizi terbiyeye ve böylece şeytanı alt etmeye çalışmak esasen kısır bir döngüdür, son derece zordur. Nitekim, “Âlim ile yâr olan bulur mertebe / Câhil ile yâr olan döner merkebe” denilmiştir.

Ayrıca Yüce Allah, “Ey iman edenler! Allah"tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (9/Tevbe, 119) buyurmuş; zikirden gafil olana şeytanın musallat olacağını ve ondan ayrılmayacağını (43/Zuhruf, 36-37) bildirmiştir. Bu gerçekler de nefsi tezkiye etmede ve şeytana galip gelmede sâdık ve zikir ehli bir mürşide intisap etmenin, tarikat denilen terbiye ekolüne bağlanmanın, tekke denilen okula gitmenin faydasına işaret etmektedir.

Kâmil bir mürşid, müridinin zaaflarını iyice bildiğinden ve şeytanın hilelerine de vâkıf olduğundan, müridinin nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye ederek onu şeytana karşı çok daha güçlü bir hale getirebilir. Ancak diğer taraftan, "Ben şeyhim" diyenin kişinin yetersizliği, müridleriyle birebir ve yeterince ilgilenmemesi, ya da "Ben müridim" diyenin kişinin şeyhinden ve tekkeden uzak durması, üzerine düşen vazifeleri yapmaması, şeyhe intisaptan beklenen neticeyi vermeyecektir.

 

Yazar: Şaban Karaköse
http://akademik.semazen.net/ sitesinden 08.05.2024 tarihinde yazdırılmıştır.